tevhid-sancagi.tr.gg
  Ahiret Hayatının Devreleri
 


Ahiret Hayatının Devreleri

İnsanın ölümüyle âhiret hayatı başlar. Bu durumda âhiret, kabir (berzah)
hayatı, kıyamet, ba‘s (yeniden dirilme), haşir ve mahşer, defterlerin dağıtılması,
hesap, mîzan, sırat, şefaat, cennet ve cehennem
gibi devreleri kapsamaktadır.

 Kabir Hayatı (Berzah)
Ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar devam edecek hayata kabir
hayatı denilir. Kabir hayatı "berzah" diye de anılmıştır. Bir hadiste "Kabir,
âhiret duraklarının ilkidir. Bir kimse eğer o duraktan kurtulursa sonraki durakları
daha kolay geçer. Kurtulamazsa, sonrakileri geçmek daha zor olacaktır"
(Tirmizî, “Zühd”, 5; İbn Mâce, “Zühd”, 32) buyurularak ölümle âhiret
hayatının başladığı ifade edilmiştir.
Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizde kalsın
veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatını geçirecek ve kıyamet
günü diriltilecektir. Genellikle insanlar ölünce kabre konulduğundan bu
gibi durumlarda da kabir hayatı ifadesi kullanılmaktadır.
İnsan öldükten sonra kabre konulunca Münker ve Nekir adında iki melek
kendisine gelerek “Rabb'in kimdir?”, “Peygamberin kimdir?” “Dinin
nedir?
” diye soracaklar, iman ve güzel amel sahipleri bu sorulara doğru
cevaplar verecekler ve kendilerine cennet kapıları açılarak cennet gösterilecektir.
Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara doğru cevap veremeyecek, onlara
da cehennem kapıları açılacak ve cehennem gösterilecektir. Kâfirler ve münafıklar
kabirde acı ve sıkıntı içinde azap görürlerken müminler nimetler
içerisinde mutlu ve sıkıntısız bir hayat süreceklerdir (bk. Tirmizî, “Cenâiz”,
70). Kabir azabı ve nimeti ile ilgili olarak Kur'an'da ve sahih hadislerde çeşitli
bilgiler bulunmaktadır.

 

 Sûr ve Sûra Üfürüş
Kelime olarak sûr, "seslenmek, boru, üflenince ses çıkaran boynuz" anlamlarına
gelir. Terim olarak “kıyametin kopuşunu belirtmek ve kıyamet
koptuktan sonra bütün insanların mahşer yerinde toplanmak üzere dirilmelerini
sağlamak için İsrâfil (a.s.) tarafından üfürülecek olan boru
”ya sûr denilir.
Hz. Peygamber bir hadislerinde sûrun, kendisine üflenen bir boru ve
boynuz olduğunu haber vermişlerdir (Tirmizî, “Kıyâmet”, . Fakat bu borunun
mahiyeti insanlar tarafından bilinemez. Sûr da bütün âhiret hallerinde
olduğu gibi dünyadaki borulara benzetilemez.
Kur'an âyetlerinden anlaşıldığına göre, İsrâfil (a.s.) sûra iki defa üfürecektir.
İlkinde Allah'ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olan her şey dehşetinden
sarsılacak (nefha-i feza‘=korku üfürüşü) ve her şey yıkılıp ölecek ve
kıyamet kopacak (nefha-i sâik=ölüm üfürüşü), ikincisinde de insanlar dirilecek
ve mahşer yerinde toplanmak üzere Rablerine koşacaklardır (nefha-i
kıyâm=kalkış üfürüşü
) (en-Neml 27/87; Yâsîn 36/51; ez-Zümer 39/68; el-
Hâkka 69/13-16).
İsrâfil'in sûra iki defa üfürmesi arasında geçecek zaman ise kesin olarak
bilinmemektedir.

Ba‘s (Yeniden Dirilme) ve Âhiret Halleri
 Ba‘s
Öldükten sonra tekrar dirilmek” anlamına gelen ba‘s, âhiret hayatının
en önemli devrelerinden biridir. Kıyametin kopmasından sonra İsrâfil (a.s.)
sûra ikinci defa üfürecek ve bütün canlı yaratıklar tekrar diriltileceklerdir.
Ehl-i sünnet inancına göre tekrar diriliş, hem beden hem de ruh ile olacaktır.
Buna göre insan, öldükten ve çürüdükten sonra, Allah, onun bedenine
ait aslî parçaları bir araya getirecek (veya benzerini yaratacak) ve ruhu
buna iade edecektir. Kur'ân-ı Kerîm'deki "Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri
gün gelecek bir ateşe sokacağız. Onların derileri pişip acı duymaz hale
geldikçe derilerini başka derilerle değiştiririz ki, acıyı duysunlar...
" (en-Nisâ
4/56) meâlindeki âyet ile hesap sırasında insanın dil, el ve ayaklarının şahitlik
yapacağını bildiren âyetler (en-Nûr 24/24-25), yeniden dirilişin, ruhbeden
birlikteliği ile olacağının delilleridir.

Kur'ân-ı Kerîm öldükten sonra tekrar dirilişi inkâr edenlere karşı, yeniden
dirilmenin aklen mümkün olduğunu ve mutlaka meydana geleceğini
ısrarla vurgulamakta ve bu konuda şu delilleri ileri sürerek, bu gerçeği ispatlamaktadır:

1. Bir şeyi yoktan var edenin, onu ikinci defa var etmesi öncelikle mümkündür.
Bu tür ispata örnek olarak şu âyetler verilebilir:
"Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: Şu çürümüş
kemikleri kim diriltecek? diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek.
Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir
" (Yâsîn 36/78-79).
"Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz
sizi topraktan, sonra nutfeden (sperm), sonra alakadan (aşılanmış yumurta),
sonra organları önce belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından yarattık
ki, size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi belirlenmiş bir süreye
kadar rahimlerde bekletiriz. Sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra
güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder.
Yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür, ta ki bilen
bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin...
" (el-Hac 22/5).

2. Zor bir şeyi yaratan, kolay bir şeyi elbette yaratabilir. Göklerin ve yerin
yaratılması, insanın yaratılmasından daha zordur. Gökleri ve yeri yaratıp,
onları bir şeye dayanmadan uzayda tutan Allah, insanı öldükten sonra
tekrar diriltmeye şüphesiz kadirdir: "Gökleri ve yeri yaratan ve bunları yaratmakla
yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye de gücünü yeteceğini düşünmezler
mi?...
" (el-Ahkaf 46/33).
Ayrıca insanın ilk yaratılışı, ikinci yaratılışına göre daha zordur. İnsanı
ilkin yaratmaya kadir olan Allah, onu ikinci defa yaratmaya daha çok kadirdir:
"O ilkin mahlûku yaratıp sonra da tekrar diriltecek olandır ki, bu ona
göre (birinciden) pek daha kolaydır...
" (er-Rûm 30/27).

3. Ölü bir durumda olan yeri canlandıran Allah, insanı da diriltebilir:
"...Sen yeryüzünü de ölü ve kupkuru görürsün. Fakat biz onun üzerine
yağmuru indirdiğimiz zaman, o harekete gelir, kabarır, her çeşitten iç açıcı
bitkiler verir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. O ölüleri diriltir, yine O her
şeye hakkıyla kådirdir. Kıyamet vakti de gelecektir. Bunda şüphe yoktur. Ve
Allah kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır
" (el-Hac 22/5-7).

4. Bir şeyi zıddına çeviren onu benzerine çevirebilir. Meselâ suyun bol miktarda
bulunduğu yeşil ağaçtan ateşin çıkması, âdeta imkânsız iken, ateşi yeşil
ağaçtan çıkaran Allah, insanı tekrar yaratabilir: "Yeşil ağaçtan sizin için ateş
çıkaran O'dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onların
benzerlerini yaratmaya kådir değil midir? Evet elbette kådirdir. O, her şeyi hakkıyla
bilen yaratıcıdır
" (Yâsîn 36/80-81).
Hz. Peygamber de çeşitli hadislerinde, öldükten sonra tekrar diriltme konusunda
bilgi vermiştir. O bir hadiste şöyle buyurmuştur: "İnsanın kuyruk
sokumu kemiği (acbü'z-zeneb) dışındaki her şeyi, ölümünden sonra çürüyüp
yok olacaktır. Kıyamet günü tekrar diriltme bu çürümeyen parçadan
olacaktır
" (Buhârî, “Tefsîr”, 39/3; Müslim, “Fiten”, 141, 142). Yine bu konudaki
hadislerde kıyamet gününde bütün insanların diriltileceği, kabirden de
ilk defa Hz. Muhammed'in kalkacağı bildirilmektedir (Buhârî, “Tefsîr”, 39/3;
İbn Mâce, “Cenâiz”, 58). Hz. Peygamber bir hadislerinde, insanların diriltilirken
ilk yaratılışlarındaki gibi olacaklarını haber vermiş (Buhârî, “Rikak”, 45;
Müslim, “Cennet”, 55-59), bir başka hadiste de "Her kul, öldüğü hal üzere
diriltilir" buyurmuştur (Müslim, “Cennet”, 83).

Haşir ve Mahşer
Sözlükte “toplanmak, bir araya gelmek” demek olan haşir, terim olarak
yüce Allah'ın insanları hesaba çekmek üzere tekrar dirilişten sonra bir araya
toplamasıdır. İnsanların toplandıkları yere mahşer veya arasât denilir.
Kur'ân-ı Kerîm'de mahşerden ve bu sırada yaşanacak olaylardan bahseden
pek çok âyet vardır. Bu âyetlerden birinde şöyle buyurulur: "Allah, onları
sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını sandıkları bir durumda yeniden
diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar. Allah'ın huzuruna
varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır. Çünkü onlar doğru
yola gitmemişlerdi
" (Yûnus 10/45).
Haşir günü insanlar kendi dertlerini, hesaptan yüz akıyla çıkıp çıkmayacaklarını
düşüneceklerinden yakınlarıyla bile ilgilenmeyeceklerdir. O gün
müminlerin yüzleri parlayacak, kâfirlerin ise kararacaktır. Hz. Peygamber
her kulun öldüğü durum üzere, iyilik üzere ölmüşse iyi, kötülük üzere ölmüşse
kötü olarak diriltileceğini, yalın ayak ve ilk yaratılışları gibi haşredileceklerini
bildirmiştir (Buhârî, “Rikak”, 45; Müslim, “Cennet”, 14, 19; Tirmizî,
“Tefsîr”, 18).

Amel Defterlerinin Dağıtılması
İnsanlar hesaplarının görülmesi için toplandıktan sonra, kendilerine
dünyada iken yaptıkları işlerin yazılı bulunduğu amel defterleri dağıtılır. Bu
defterlerin mahiyeti bilinmemektedir. Onlar dünyadaki defterlere benzetilemez.
Kirâmen Kâtibîn adı verilen melekler tarafından yazılan bu defterler
hakkında Kur'an'da şöyle buyurulur: "Kitap ortaya konmuştur. Suçluların
onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. Vay halimize derler,
bu nasıl kitapmış. Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp
dökmüş. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç
kimseye zulmetmez
" (el-Kehf 18/49).
Amel defterleri cennetliklere sağdan, cehennemliklere soldan veya arkadan
verilir. Defteri sağdan verilenlere "ashâb-ı yemîn", soldan veya arkadan
verilenlere "ashâb-ı şimâl" adı verilir. Defterin sağdan verilmesi bir müjde,
soldan verilmesi ise azabın habercisidir.

Hesap ve Sual
İnsanlar amel defterlerini ellerine aldıktan ve yaptıklarının en ince detayına
kadar yazıldığını gördükten sonra Allah Teâlâ tarafından hesaba çekileceklerdir.
Hesap ve sorgulama sırasında amel defterlerinden başka, insanın
organları ve yeryüzündeki mevcûdat da insanın yaptıklarına şahitlik edecektir.
Zerre ölçüsü hayır işleyenin mükâfatını, kötülük işleyenin cezasını göreceği
ve hiçbir adaletsizliğin söz konusu olmayacağı sorgu ve hesap sırasında
insanlara şu beş şey sorulacaktır: Ömrünü nerede tükettiği, gençliğini nasıl
geçirdiği, malını nerede kazandığı, nereye harcadığı, bildiklerini uygulayıp
uygulamadığı (Tirmizî, “Kıyâmet”, 1).
Çeşitli hadislerde de bütün insanların, aracı olmaksızın Allah tarafından hesaba
çekileceği, müminler sorulan sorulara kolaylıkla cevap verirlerken, kâfirlerin
ince ve titiz bir hesap ve sorgulamadan geçirilecekleri haber verilmektedir
(Buhârî, “Rikak”, 49; “Mezâlim”, 2; Müslim, “Zekât”, 20; “Cennet”, 18).

 Mîzan
Sözlükte "terazi" anlamına gelen mîzan, âhirette hesaptan sonra herkesin
amellerinin tartıldığı ilâhî adalet ölçüsüdür. İç yüzü bizce bilinemeyen mîzan,
dünyadaki ölçü aletlerinin hiçbirine benzemez. Tartıda iyilikleri kötülüklerinden
ağır gelenler kurtuluşa erecek, hafif gelenler ise cehenneme gideceklerdir. Cehenneme
gidenlerden mümin olanlar, işlediği suçun karşılığı olan cezayı çektikten
sonra oradan çıkarılıp cennete girdirileceklerdir. Mîzan hakkında Kur'an'da şöyle
buyurulur: "Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir
şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet
terazisine) getiririz. Hesap gören olarak (herkese) yeteriz
" (el-Enbiyâ 21/47).

 Sırat
Sırat cehennemin üzerine uzatılmış bir yoldur. Herkes buradan geçecektir.
Müminler yaptıkları amellerine göre kimi süratli, kimi daha yavaş olarak bu
yoldan geçecek, kâfirler ve günahkârlar ise ayakları sürçerek cehenneme düşeceklerdir.
Sıratın nasıl bir şey olduğuna dair sahih hadislere rastlamak mümkün
değildir. Peygamberimiz bir hadislerinde, cehennemin üzerine kurulacak
sırattan ilk geçenin kendisi ve ümmeti olacağını, insanların iyi amelleri sayesinde
oradan süratle geçeceklerini bildirmiştir (Buhârî, “Ezân”, 129; “Rikak”,
48-52; Müslim, “Îmân”, 81; İbn Mâce, “Zühd”, 33).

 Havuz
Kıyamet gününde peygamberlere ihsan edilecek havuzlar bulunacaktır.
Müminler bunların tatlı ve berrak suyundan içerek susuzluklarını gidereceklerdir.
Kur'an'daki "Kuşkusuz biz sana kevseri verdik" (el-Kevser 108/1)
âyetinde geçen kevser, genellikle havuz olarak anlaşılmıştır. Bu sebeple Hz.
Peygamber'in kıyametteki havuzu için "havz-ı kevser" denilmiştir.
Hadislerde bildirildiğine göre kıyamet günü her peygamberin bir havuzu
olacaktır. Bu havuzdan o peygamberin kendisi ve ümmeti içecektir. Hz.
Peygamber'in havuzu çok geniş, suyu sütten daha beyaz, kokusu miskten
daha güzel, kadehlerinin sayısı da gökteki yıldızlardan daha çoktur. Ondan
bir kere içen bir daha ebediyen susamayacaktır (Buhârî, “Rikak”, 53; “Fiten”,
1; Müslim, “Fezâil”, 9; Tirmizî, “Kıyâmet”, 14, 15).

Şefaat
Âhirette bütün peygamberlerin Allah'ın izniyle şefaat etmeleri haktır ve
gerçektir. Şefaat demek, günahı olan müminlerin günahlarının bağışlanması,
olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için peygamberlerin
ve Allah katındaki dereceleri yüksek olanların Allah'a yalvarmaları ve dua
etmeleri demektir.

Kâfir ve münafıklar için şefaatin hiçbir şekilde söz konusu olmadığı o
günde, başta Peygamberimiz olmak üzere diğer peygamberler ve Allah'ın
has kulları, "...İzni olmadan onun katinda kim şefaat edebilir?..." (el-Bakara
2/255), "...Onlar Allah rızâsına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler..."
(el-Enbiyâ 21/28) meâlindeki âyetler şefaatin varlığını ortaya koyarlar.
Peygamberimiz de "Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir"
(Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 21; Tirmizî, “Kıyâmet”, 11; İbn Mâce, “Zühd”, 37) buyurmuştur.
Hz. Peygamber'in bundan başka bir de genel ve kapsamlı bir şefaati
vardır. Mahşerde bütün yaratıklar ıstırap ve heyecan içinde hesaplarının
görülmesi için bekleşirlerken, o Allah'a dua ederek hesap ve sorgunun bir an
önce yapılmasını ister. Buna "şefâat-i uzmâ" (en büyük şefaat) denilir. Peygamberimiz’in
bu şefaati, Kur'an'da “makam-ı mahmûd” (övülen makam)
adıyla anılır (el-İsrâ 17/79); şefâat-i uzmâ konusunda bk. Buhârî, “Zekât”, 52).
Müslümanlara düşen görev, şefaate güvenip dinin gereklerini terketmek
değil, şefaate lâyık olmak için çalışıp çabalamaktır.

 A‘râf
Dağ ve tepenin yüksek kısımları” anlamına gelen a‘râf, cennetle cehennemin
arasında bulunan sûrun ve yüksek kısmın adıdır. Bilginler, a‘râf
ve a‘râflıkların kimler olacağı konusunda farklı iki görüşe sahip olmuşlardır:
1. Herhangi bir peygamberin tebliğini duymamış olarak ölen insanlarla,
küçükken ölen müşrik çocukları a‘râfta kalacaklardır.
2. A‘râflıklar, iyi ve kötü amelleri eşit olan müminlerdir. Bunlar cennete
girmeden önce cennetle cehennem arasında bir süre bekletilecekler, sonra
Allah'ın lutfuyla cennete gireceklerdir.
Kur'an'da a‘râfta bulunanlarla ilgili olarak şöyle buyurulur: "İki taraf
(cennetliklerle cehennemlikler) arasında bir perde ve a‘râf üzerinde herkesi
simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri
halde (girmeyi) umarak, cennet ehline selâm size diye seslenirler. Gözleri
cehennem ehli tarafına döndürülünce: Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğu
ile beraber bulundurma, derler
" (el-A‘râf 7/46-47).

Cehennem
Kelime olarak “derin kuyu” anlamına gelen cehennem, âhirette kâfirlerin
sürekli olarak, günahkâr müminlerin de günahları ölçüsünde cezalandırılmak
üzere kalacakları azap yeridir. Kur'an'da cehennem için yedi isim
kullanılmıştır: Cehennem (derin kuyu), nâr (ateş), cahîm (son derece büyük,
alevleri kat kat yükselen ateş
), hâviye (düşenlerin çoğunun geri dönmediği uçurum),
saîr (çılgın ateş ve alev), lezâ (dumansız ve katıksız alev), sakar (ateş),
hutame (obur ve kızgın ateş). Bazı bilginler bu yedi ismin, cehennemin yedi
tabakası olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Cehennem ve oradaki hayat, Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde tasvir edilir:
Suçlular cehenneme vardıklarında, cehennem onlara büyük kıvılcımlar saçar
(el-Mürselât 77/32-33), uzaktan gözüktüğünde onun kaynaması ve uğultusu
işitilir (el-Furkan 25/12). İnkârcılar için bir zindan olan cehennem (elİsrâ
17/8), ateşten örtü ve yataklarıyla (el-A‘râf 7/40-41), cehennemlikleri
her taraftan kuşatan (el-Kehf 18/29), yüzleri dağlayan ve yakan (İbrâhim
14/50; el-Mü'minûn 23/104), deriyi soyup kavuran (el-Meâric 70/16), yüreklere
çöken (el-Hümeze 104/7), kızgın ateş dolu bir çukurdur (el-Karia
101/9-11). Yakıtı insanlarla taşlar olan cehennem (et-Tahrîm 66/6), kendisine
atılanlardan bıkmayacaktır (Kaf 50/33). İnsanın içine işleyen bir sıcaklık
ve kaynar su içinde, serin ve hoş olmayan bir kara dumanın gölgesinde
bulunacak cehennemliklerin (el-Vâkıa 56/42-44) derileri, her yanışında,
azabı tatmaları için başka deriler ile değiştirilecektir (en-Nisâ 4/56). Onların
yiyeceği zakkum ağacı (es-Sâffât 37/64-66), içecekleri kaynar su ve irindir
(el-Vâkıa 56/53-55; en-Nebe’ 78/25). Orada serinlik bulamadıkları gibi içecek
güzel bir şey de bulamayacaklardır (en-Nebe’ 78/24).
Allah'ı görmekten mahrum kalacak inkârcılara (el-Mutaffifîn 83/15) Allah
rahmet etmeyecek (en-Nisâ 4/137, 168), cehennem azabı ise onları ebedî
olarak kuşatacaktır. Günahkâr müminler ise cehennemde ebedî kalmayacaklar,
Peygamberimiz’in hadislerinde de bildirildiği gibi, cezalarını çektikten
sonra cennete konulacaklardır (Buhârî, “Rikak”, 51; “Tevhîd”, 19; Tirmizî,
“Birr”, 61; İbn Mâce, “Mukaddime”, 9).
Âhiret hayatının her devresinde olduğu gibi cehennem azabını ruh, beden
ile birlikte çekecektir. Ancak cehennem hayatında sözü edilen, acı, ıstırap,
azap, ateş vb. şeyler bu dünyadakilere benzetilemez. Bunların iç yüzünü
insanların bilmesi mümkün değildir. Ancak Allah bilir.

Cennet
Sözlükte “bahçe, bitki ve sık ağaçlarla örtülü yer” anlamına gelen cennet,
terim olarak “çeşitli nimetlerle bezenmiş olan ve müminlerin içinde ebedî olarak
kalacakları âhiret yurdu
”na denir. Cennet ve oradaki hayat sonsuzdur.
Kur'an'da cennet için çeşitli isimler kullanılmıştır. Cennetin tabakaları
olması ihtimali de bulunan bu isimleri şöyle sıralayabiliriz: Cennetü'l-me'vâ
(şehid ve müminlerin barınağı ve konağı olan cennet), cennet-i adn (ikamet ve
ebedîlik cenneti
), dârü'l-huld (ebedîlik yurdu), firdevs (her şeyi kapsayan cennet
bahçesi
), dârü's-selâm (esenlik yurdu), dârü'l-mukame (ebedî kalınacak
yer
), cennâtü'n-naîm (nimetlerle dolu cennetler), el-makamü'l-emîn (güvenli
makam
).

Kur'ân-ı Kerîm'i incelediğimiz zaman onun cenneti ve cennetlikleri şu şekilde
tasvir ettiğini görürüz: Cennet, genişliği göklerle yer kadar olan (Âl-i
İmrân 3/133), yakıcı sıcağın da dondurucu soğuğun da görülmeyeceği bir yerdir
(el-İnsân 76/13). Temiz su, tadı bozulmayan süt ve süzme bal ırmaklarının
yer aldığı cennette (Muhammed 47/15), suyu zencefille kokulandırılmış tatlı su
pınarı (selsebîl) (el-İnsân 76/18) ve sonunda misk kokusu bırakan bir içecek de
vardır (el-Mutaffifîn 83/25-26). Cennet içeceği baş ağrıtmayan, sarhoş etmeyen,
içenlere zevk bahşeden ve bembeyaz bir kaynaktan çıkan (es-Sâffât
37/45-47) bir içecektir. İçildiği zaman sarhoş etmediği gibi ne baş dönmesi
yapar (el-Vâkıa 56/19), ne günah işlemeye iter, ne de saçmalatır (et-Tûr
52/23). Cennette türlü meyveler, hurmalıklar, nar ağaçları (er-Rahmân 55/68),
bağlar (en-Nebe’ 78/32), dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları
(el-Vâkıa 56/28-29), çeşit çeşit kuş etleri (el-Vâkıa 56/21) bulunur.
Cennetliklerin elbiseleri ince ve kalın halis ipektendir (el-Kehf 18/31; el-İnsân
76/21), süsleri altındandır (el-Kehf 18/21; el-Hac 22/23; el-Fâtır 35/33), evleri
güzeldir (et-Tevbe 9/72). Cennettekilere hizmet etmek için ölümsüz gençler
(vildan) dolaşır, onlar –güzelliklerinden dolayı– saçılmış birer inci sanılırlar (elİnsân
76/19). Bunlar altın kadeh ve tepsiler dolaştırırlar, cennetliklerin canlarının
istediği ve gözlerinin gördüğü her şey orada hazır bulunur (ez-Zuhruf 43/71).
Cennettekilere altlarından ırmaklar akan, üst üste bina edilmiş köşkler vardır (ez-
Zümer 39/20), cennetlikler için pek çok güzelliklerle nitelenmiş tertemiz eşler
bulunacaktır (el-Bakara 2/25; el-Vâkıa 56/35-38; es-Sâffât 37/48-49; en-Nebe’
78/33). Cennetliklerin hem kendileri hem de eşleri cennetin gölgelerinde tahtları
üzerine kurulup yaslanırlar (Yâsîn 36/56). Allah tarafından kalplerinden kin
sökülüp atılmış olan cennetlikler, kardeşler halinde, karşı karşıya tahtları üzerinde
otururlar. Orada bunlara hiçbir yorgunluk ve zahmet yoktur (el-Hicr 15/47-
48). Cennette boş ve yalan söz de işitilmez (en-Nebe’ 78/35).
Cennet nimetlerinin insan akıl ve hayalinin alamayacağı güzellikte olduğunu
Hz. Peygamber bir kutsî hadiste şöyle açıklamıştır: "Cenâb-ı Hak buyuruyor
ki: Sâlih kullarım için ben, cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir
kulağın işitmediği ve insanın kalbinden bile geçmeyen nice nimetler hazırladım
"
(Buhârî, “Tefsîr”, sûre 32; Müslim, “Cennet”, 1; Tirmizî, “Tefsîr”, sûre 32).
Şüphesiz cennetteki nimetlerin en büyüğü Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak
ve Allah'ı görmektir. Bu konuda Kur'an'da şöyle buyurulmuştur: "...
Allah'ın rızâsı ise hepsinden (bütün cennet nimetlerinden) daha büyüktür.
İşte büyük kurtuluş ta budur
" (et-Tevbe 9/72).

Allah'ın Âhirette Görülmesi (Rü'yetullah). Müminler, âhirette, cennete
girdikten sonra Allah'ı göreceklerdir. Bu görmenin mahiyeti hakkında
kesin bilgi yoktur. Ancak bilginler Allah'ı görme olayında, bu dünyada varlıkların
görülmesi için zorunlu olan şartların gerekmediğini ileri sürmüşlerdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de "Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Rablerine
bakacaklardır
" (el-Kıyâme 75/22-23) buyurularak, âhirette müminlerin Allah'ı
görecekleri haber verilmektedir. Peygamber Efendimiz de bir hadislerinde şöyle
buyurmaktadır: "Muhakkak ki siz şu ayı görüşünüz gibi, Rabbinizi de göreceksiniz.
Ve o sırada izdihamdan ötürü birbirinize zarar vermiş de olamayacaksınız
"
(Buhârî, “Mevâkýt”, 16; “Tevhîd”, 24; Müslim, “Îmân”, 81; Tirmizî, “Cennet”, 15).
Bir başka hadiste de, müminler cennete girdikten sonra, Allah'ın müminlere
"Daha vermemi istediğiniz bir şey var mı?" diye soracağı haber verilmektedir.
Onların bu soruya "Daha ne isteyelim?" diye cevap vermeleri
üzerine, Allah'ın kendisini müminlere göstereceği, artık müminler için Allah'a
bakmaktan daha hoş gelecek bir şeyin bulunmayacağı aynı hadiste
bildirilmiştir (bk. Müslim, “Îmân”, 80; Tirmizî, “Cennet”, 16).
 
  Bugün 36 ziyaretçi (85 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol