tevhid-sancagi.tr.gg
  Kefaretler
 

         
Tanımı
Kefaret, "örtmek", "üstünü kapatmak" anlamındaki Arapça "k f r" kökünden türetilmiş bir kelimedir. Kefaret kelimesi, bu haliyle hepsi de el-Mâide sûresinde olmak üzere dört âyette geçse de yine "k f r" kö­künden türeyen ve aynı manaya gelen (tekfir) kullanımlar bunlarla sı­nırlı değildir[bk. el-Bakara 2/271; Âf-i İmrân 2/193, 195; en-Nisâ 4/31; el-Mâide 5/12, 65; el-Enfâl 8/29; el-Ankebût 29/7; ez-Zümer 39/35; Muhammed 47/2; el-Feth 48/5; et-Tegâbün 64/9; et-Talak 65/5; et-Tahrîm 66/8]. Ayrıca bu kökten türemiş kelimeler kullanılmaksızın doğrudan kefaret hükümlerinin anlatıldığı âyetler de vardır.[bk. el-Bakara 2/196; en-Nisâ, 4/92; el-Mücâdele, 58/3-4]
Kefaret kelimesinin hadislerde çokça kullanıldığını, hattâ hadis ki­taplarında bazan ana başlık (kitap)[bk. Buhârî, ibn Mâce] ve çoğu kere de alt başlık (bab) olarak yer aldığını görüyoruz.
Hadislere göre beş vakit namaz ve cuma namazı, ramazan oruc[Müslim, 'Taharet", 16], umre[Buhârî, "Umre", 1]gibi ibâdetler, tekrarlandıkça arada işlenen küçük günahlar için kefaret olur. Bir müslümanın başına gelebilecek her türlü üzüntü, sıkıntı, hastalık ve benzerleri[Müslim, "Bin", 53] veya İlim elde etme çabası[Tirmizî, "ilm", 2] onun bazı günahları için kefarettir veya bunlar onun derecesinin yükselmesine sebep olur.

Diğer taraftan yemin, zıhar, adam öldürme, ramazan orucunu se­bepsiz bozma, cuma namazını kılmama, kölesini dövme, ay halindeki karısıyla cinsel ilişkide bulunma gibi birtakım istenmeyen davranışlar sebebiyle görev haline gelen ve ibâdet özelliği taşıyan cezalardan bah­seden hadisler de vardır.

Fıkıhçılar kefareti, bazı hata, günah veya suçların telafisi için yapıl­ması istenen ibâdet/ceza mânasında kullanırlar. İbâdet özelliğinden do­layı yapılması sadece Allah veya Peygamber tarafından istenebilir. Kıyas veya başka yöntemler kullanılarak yeni kefaretler konamaz. Aynı sebep­le sadece müslüman kişiler onunla yükümlü olur. Ceza özelliğinden dolayı da yapılması, doğrudan ve herkesten istenmez. Ancak bazı fiille­ri yapan akıllı, baliğ (ergen) kişiler, affedilmelerine vesile olması için onu yerine getirmekle yükümlü olurlar. Hak ayırımında onu Allah hak­larının (hukûkullah) bir kısmını teşkil eden "ibâdet ve ceza arasında kalan haklar" grubunda sayan fıkıhçılar, genellikle ondaki ibâdet özelli­ğinin ceza özelliğine baskın olduğunu kabul ederler. Âyet~i kerîmelere bağlı olarak hata ile adam öldürenin ve ileriye dönük ettiği yemini (vaad-yemin, yemin-i mün'akide) bozanın kefaret yükümlülüğünü kabul ettikleri halde, kasten adam öldürene ve geçmişe dönük olarak yalan yere yemin edene böyle bir yükümlülük getirmeyen Hanefîler, bunun sebebini ondaki ibâdet özelliğinin baskınlığı ile açıklarlar. İhramlı iken mecburiyet karşısında da olsa av yapanın veya tıraş olanın kefaret so­rumluluğunu da aynı gerekçe ile izah ederler. Buna karşılık kefâretler-deki ibâdet ve ceza özelliklerinden hangisinin baskın olduğu konusun­da farklı düşünen ve bu bakımdan sebebe bağlı olarak kiminde ceza özelliğinin baskın olduğunu iddia edenler de vardır.

 Kefaret Çeşitleri
 Yemin Kefareti
Bir işi yapmaya veya yapmamaya yemin eden kimse daha sonra bunun tersini yaparsa kefaret borçlusu olur. Bu hususta Allah şöyle buyurur: "Allah yeminlerinizdeki kasda dayanmayan ifadelerden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat O, kasda dayalı yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun kefareti; ailenize yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksula yedirmeniz veya onları giydirmeniz yahut da bir köle azat etmenizdir. Kim bunları bulamazsa o da üç gün oruç tutar. Eğer ye­min ederseniz onların kefareti işte budur. Yeminlerinize sahip çıkınız. Allah âyetlerini size bu şekilde açıklıyor. Umulur ki şükredersiniz".[el-Mâide 5/89]

Buna göre kefaret borçlusu öncelikle; ailesine yedirdiğinin orta hal­lisinden, on fakire yemek yedirmek veya onları giydirmek yahut da bir köle azat etmek konusunda isteğine bağlı olarak bunlardan birini seç­me hakkına sahiptir.

Eğer yemek yedirmeyi seçmişse bir fakirin on günlük veya on faki­rin birer günlük yemek ihtiyacını karşılaması gerekir. Fıkıh bilginleri zamanlarının veya Hz. Peygamber zamanının örfüne bağlı olarak gün­lük yemeğin öğle ve akşam olmak üzere İkişer öğün olmasını yeterli görürler. Kefaretini bu şekilde ödemek isteyen kişi yemeği hazır olarak veya malzeme halinde de verebilir. Hanefî mezhebine göre yemek ye­dirme yerine bedelinin verilmesi de caizdir ve genelde bir gün için bir fit ir sadakası hesabıyla verilir. Diğer mezheplerde ise gıda maddesi olarak verilmesi gerekenler veya elbise yerine onların değerinin veril­mesi ile kefaret yükümlülüğü sona ermez.
Kefaret olarak giydirme seçeneğine karar verildiği takdirde verilecek elbisenin en azından ne kadar olması gerektiği hususunda farklı görüş­ler vardır. Genelde bir İnsanın giyinik sayılması için gereken en az miktarda olması veya içinde namaz kılınacak kadar olması yahut bütün bedeni örtmesi şeklinde ölçüler verilir. Bu durumda verilecek kıyafetin türü veya türleri yaşanan zamanın ve mekânın örfüne, verilen kişinin kadın veya erkek olmasına göre farklı olur. Diğer taraftan verilen elbi­se, bu konudaki ölçülere uymasa bile kıymet itibariyle yukarıda anlatı­lan şekliyle on günlük yemeğe denk olursa bunun da yemek faslından kabul edilerek kefaret olarak yeterli olacağı kabul edilir.
Yemek veya elbiseden yararlanacak fakirlerin, kefaret yükümlüsünün zekât konusunda anlatılan derecede yakın akrabası olmaması gerekir.

Yemek yedirme veya elbise temin etme imkânına sahip olmayan, ara vermeksizin üç gün oruç tutar. Hangi sebeple olursa olsun ara verdiği takdirde üç güne yeniden başlar.
Gelecekte bir işi yapmamaya veya yapmaya yemin eden ve bu yeminini bozan kişinin kefaret ödeyeceği konusunda Hanefî, Mâliki, Şafiî ve Hanbelî mezhepleri (dört mezhep) ittifak halindedirler. Fakat geçmişe ait bir olay için yalan yere yemin eden kişinin durumu bun­dan farklıdır. O yalan yere yemin etmek suretiyle büyük bir günah işlemiş olduğundan tövbe etmesi ve Allah'tan af dilemesi gerekir. ŞâfİÎ dışında diğer üç mezhebe göre bundan dolayı kefaretle yükümlü ol­maz.
Hanefîler'e göre kefaret, yemin bozulduktan sonra yerine getirilir. Önce kefareti yerine getiren sonra da yemini bozan kişi, önceki kefaret geçersiz olduğu için yeniden kefaret yükümlüsü olur. Kefaret olarak fakire verdiği yiyecek veya giyeceği geri alması da mümkün değildir. Çünkü onları sadaka olarak vermiş ve ondan sevap kazanmıştır. Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre ise yemin bozulmadan önce de kefaret yerine getirilebilir. Ancak ŞâfİÎ mezhebinde kefaretin oruçla ye­rine getirilmesi bunun dışında kabul edilir ve bedenî ibâdet olan oru­cun yemin bozulmadan önce tutulması, namazın vakti girmeden kılın­ması gibi değerlendirilir. Her iki görüşü de destekleyen hadisler vardır.
Bir nevi boşanma sebebi olan ve aile hayatında boşama sebepleri arasında anlatılan îlâ (kocanın, eşinden uzak durmaya yemin etmesi) olayında da orada anlatıldığı şekilde yemin eden kişi eğer bundan vazgeçip eşi ile cinsel ilişkide bulunursa âlimlerin büyük çoğunluğuna göre yemin kefareti öder.

 Zihar Kefareti
Arapça'da vücudun sırt bölgesi için kullanılan "zahr" kelimesinden türeyen "zıhâr", Kur'an'ın indiği dönemde, Câhiliye çağından gelen bir âdetin devamı olarak hanımı ile ilişiğini kesmek İsteyen kimsenin ona "Ente aleyye ke-zahri ümmî" demesi anlamında kullanılıyordu. "Sen, benim için anamın sırtı gibisin" anlamındaki bu söyleyiş aynı zamanda kinaye yoluyla artık onunla cinsel ilişkiye kesin bir şekilde son verdiğini de ifade ediyordu.[Kurtubî, el-Câmi' ii-ahkâmi'l-Kur'ân, XVII. 273.] O dönemde aynı zamanda boşama sayılan bu söz, Allah tarafından çirkin ve yalan beyan sayılmış ve onu kullanan kocaya, hanımına dokunmadan önce kefaret yükümlülüğü getirilmiştir. Böylece onun boşanma şeklindeki sonucu da iptal edilmiştir. Karısını, anası dışında da evlenmesi kesinlikle ve ebedî olarak haram olan baş­ka bir akrabası kadına veya onun sırt dışında bakması caiz olmayan başka bir organına benzeterek bu ifadeyi kullansa yine zıhâr yapmış sayılır. Aynı zamanda ahlâkî bakımdan da yanlış olan bu gibi benzet­melerden uzak durulması gerekir. Yüce Allah zıhâr konusunda şöyle buyurur:
"Sizden hanımlarına karşı (Sen bana anamın sırtı gibisin diyerek) zıhâr yapanlar (bilsinler ki) onlar, onların anaları değildir. Onları doğu­ranların dışındakiler onların anaları değildir. Onlar kesinlikle çirkin bir söz ve yalan söylüyorlar. Allah, çok affedici ve bağışlayıcıdır.

Hanımlarına karşı zıhâr yapan ve sonra da dediğinden dönecekler, birbirlerine dokunmadan önce bir köle azat etmelidirler. Size bu tavsi­ye ediliyor. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
Kim (onu) bulamazsa o da birbirlerine dokunmadan önce peş peşe İki ay oruç tutmalıdır.
(Ona da) gücü yetmeyen altmış fakiri yedirmelidir. Bunun sebebi, Allah'a ve resulüne iman etmenizdir. İşte bunlar, Al­lah'ın sınırlarıdır. İman etmeyenler için de acı bir azap vardır".[el-Mücâdele 58/2-4]
Zıhâr yapan, kefaret olarak -günümüzde köle olmadığından- birinci derecede iki kamerî ay (veya altmış gün) oruç tutmakla yükümlü olur. Bu iki aylık orucu ara vermeden tutmalıdır. Ramazan ayı, farz oruca tahsis edildiğinden, ramazan bayramının birinci günü ile kurban bay­ramının dört günü de bu günlerde oruç tutulması haram veya tahrimen mekruh olduğundan bu günlerde tutulacak oruç kefaret oru­cundan sayılmaz ve dolayısıyla iki ayın içinde bu günler varsa ve kefa­ret orucuna niyet de edilse ardışıklık bozulmuş olur. Bu durumda iki aylık oruca yeniden başlanır. Oruçlar tamamlanmadıkça zıhâr yaptığı karısı ile cinsel ilişkide bulunması da ona dokunması veya onu öpmesi de haramdır. Bu sırada onunla cinsel ilişkide bulunması veya bir maze­rete de dayansa bir gün bile oruca ara vermesi iki aylık oruca baştan başlamasını gerektirir.

Zıhâr yapanın oruç tutacak gücü yoksa altmış fakire birer gün ye­mek yedirir. Âyetteki "yedirme" İfadesi, hadislerin de desteği ile fıtır sadakasında olduğu gibi buğday vb. bazı gıda maddelerinden belli miktarların verilmesi olarak yorumlanmış ve uygulanmıştır. Hanefî mez­hebine göre bunların kıymeti olan paranın verilmesi de caizdir. Zıhâr kefareti ile yükümlü olan kişi yemek yedirme şıkkını tercih ederse günde iki öğün öğle ve akşam yemeği verir. Yemek yiyen, süt çocuğu olmamak şartıyla küçük çocuk da olabilir. Yemek yedirme yerine gıda maddesi veya değerinde para vermeyi tercih eden kişi, bir fakire aynı günde bir günlük miktardan fazlasını vermez. Çünkü farklı günlerde doyurulan bir fakir, her gün için sanki başka bir fakir gibi kabul edile­rek âyette istenen altmış fakirden biri olarak değerlendirilir. Ama bir fakirin önüne aynı günde meselâ on kişilik yemek de konsa o yine bir fakir sayılır. Aynı günde meselâ, on günlük gıda maddesi veya para verilmesi de bu mantıkla değerlendirilir ve tamamı bir günlük sayılır.

Zıhâr yapan erkek, Hanefîler'le Hanbelîler'e ve Mâlik'ten yapılan meşhur rivayete göre, zıhâr yaptığı karısıyla cinsel ilişkiye karar vermesi İle, Şâfiler'e göre zıhârdan sonra karısını boşayabileceği kadar vaktin-geçmesi ve bu sırada boşamanın gerçekleşmemesi ile, Mâlik'ten nakledilen başka bir görüşe göre de cinsel ilişkide bulunması ile kefaret yükümlüsü olur. Bir kişi, aynı veya ayrı meclislerde karısına karşı birden fazla zıhâr yapsa; sonrakilerde ilk zıhârını tekit kasdı yoksa, her zıhâr için ayrı bir kefaret gerekir.

 Katil (Adam Öldürme) Kefareti
İslâm dini, adam öldürmeyi kesinlikle yasaklamıştır. Allah, el-Mâide sûresinin 32. âyetinde Tevrat'ta yer verdiği bir hükmünü hatırlatarak "Bundan dolayı İsrâiloğullarına şöyle yazdık: Kim bir cana karşılık veya yer yüzünde fesattan dolayı olmaksızın bir can öldürürse, o sanki bü­tün insanları öldürmüştür. Kim bir cana hayat verirse, o da sanki bü­tün insanlara hayat vermiştir" buyurur. Başta kasta dayanan adam öl­dürme olmak üzere bazı suçlara karşı tesbit edilen ve mahkemelerce verilen idam cezası bunun dışında tutulmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de bir müslümanın öldürülmesine ayrıca dikkat çekilerek bu fiili işleyenlerin cezasının cehennem azabı olacağı açıkça bildirilir: "Kim bir mümini kasten öldürürse onun cezası orada devamlı kalmak üzere cehennem­dir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır" (en-Nisâ, 4/92). Buradan gayri müslimlerin öldürülmesi­nin serbest olduğu gibi bir netice çıkarılmamalıdır. İslâm âlimleri, savaş şartları dışında onların öldürülmesini de caiz görmezler.

Diğer taraftan bazan kasıt ve niyeti olmadığı halde kaza sonucu öldürmeler olmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm, bir müslümanın hata İle öldü­rülmesinden doğan sorumluluğa özel yer vermiş ve bunu ayrıntılı sayı­labilecek bir şekilde açıklamıştır:
"Bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı yoktur. Ancak hata İle öldürmüş olabilir.
Kim bir mümini hata ile öldürürse, bir mümin köle azat etmesi ve ailesine -onların karşılıksız bağışlamaları hali hariç- teslim edilecek bir diyet gerekir.
Eğer o (öldürülen), kendisi mümin olduğu halde size düşman bir topluluğa mensup ise, o zaman bir mümin köle azat etmesi gerekir.

Eğer o, aranızda antlaşma bulunan bir topluluğa mensup ise, aile­sine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köle azat etmesi gerekir. Bunları yapamayan, art arda iki ay oruç tutar. Bu, tövbesinin Allah tarafından kabulü içindir. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir".[en-Nisâ 4/92]
Bu âyet hata ile bir müminin öldürülmesi halinde diyet yanında öldüren için kefaret olarak bir mümin köle azad etme mecburiyeti getirmiştir. Bu mümkün olmadığı takdirde öldüren, kefaret olarak ara vermeden iki ay oruç tutar. Hanefî mezhebi âlimleri öldürme olayını kasıt ile kasta benzer şekilde, hata ile hata sayılacak şekilde ve sebe­biyet İle olmak üzere beş gruba ayırırlar ve bunlardan iki, üç ve dör­düncü gruptakilerde öldürene kefaret yükümlülüğü getirirler. İslâm âlimlerinin çoğunluğu bunlar yanında ölüme sebebiyette de kefaret olacağını kabul ederken büyük günah olan kasıtlı öldürme ile ilgili âyette ceza olarak cehennemde kalma dışında bir şeyden söz edilme­mesini gerekçe göstererek kasıtlı öldürmede öldürene kefaret gerekme­diğini söylerler. Şâfiîler onlardan ayrılırlar. Onlara göre kasıtlı öldürmede de öldürene kefaret gerekir.

Öldürme işine birden fazla kişi iştirak etmişse çoğunluğa göre her birine ayrı ayrı kefaret gerekir. Hamile bir kadının karnındaki çocuğun ölümüne sebep olan kişiye de çoğunluğa göre kefaret gerekir. Annenin ilâç içerek veya başka yollarla çocuğunu düşürmesi veya düşüğe sebep olan darbenin babadan gelmesi halinde de sebep olana kefaret gerekir.

 Oruç Kefareti
Orucun kefareti sünnete dayanır. Hz. Peygamber'e gelip "mahvol-! dum" diyen bir müslüman bunun sebebini "oruçlu iken eşim ile cinsel ilişkide bulundum" diye açıklar. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona önce bir köle azat edip edemeyeceğini, sonra iki ay ara vermeden oruç tutup tutamayacağını, daha sonra da altmış fakiri yedirip yedire-meyeceğini sorar. Gelen şahıs sıra ile sorulan bu soruların her birine "hayır"- cevabı verir. Bir müddet sonra zekât olarak biraz hurma getiri­lir. Hz. Peygamber o adama "Bunu al da sadaka olarak ver" der. O da "Benden daha fakır olana mı ya Resûlallah?!" der ve yemin ederek Medine vadisinde kendi ailesinden daha fakir bir aile bulunmadığını söyler. Bu cevap karşısında gülen Hz. Peygamber "Onu ailene yedir" der.[Buhârî, "Savm", 30, 31; Müslim, "Sıyâm", 81]

Bu hadisi yorumlayan İslâm hukukçularından bir kısmı kefaret se­bebini bu olayda olduğu gibi "orucun cinsel ilişki ile bozulması" olarak tesbit ederken Hanefîler onu "orucun tam anlamıyla (alâ vechi'I-kemâl) bozulmuş olması" şeklinde genelleştirirler. Bundan dolayı da cinsel ilişki /anında gıda olarak veya tedavi amacıyla yenmesi veya içilmesi âdet Dİan bir şeyin herhangi bir meşru mazerete dayanmadan yenilip içil-"nesi halinde de oruç tam anlamıyla, başka bir deyişle hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde bozulmuş olur ve oruca karşı işlenen bu saygısız 5ylem kefaret sebebidir. Bazı rivayetlerde bozma sebebi belirtilmeksizin Hz. Peygamberin, "Ramazanda orucunu bozan bir adamdan bir köle Jzad etmesini veya iki ay oruç tutmasını ya da altmış fakire yemek 'edirmesini istedi"ği belirtilir.[bk. Müslim, "Sıyâm", 83-84]

Diğer taraftan bazı fıkıh kitaplarında "Kim ramazanda oruç bozarsa (veya tutmazsa) ona zıhâr yapana gereken gerekir" şeklinde bir hadis daha rivayet edilir. Ancak İbn Hacer el-Askalânî hadisi bu şekliyle bu­lamadığını, İbnü'l-Hümâm da onun "gayri mahfuz" olduğunu söyler.
Saîd b. Cübeyr, yukarıdaki hadisin bazı rivayetlerinin sonunda Hz. Peygamberin "Onu sen ve ailen yeyiniz" demesini gerekçe göstererek ve böylece hadisin son kısmının, baştaki hükmü ortadan kaldırdığını kabul ederek bozma sebep ve şekli ne olursa olsun oruçtan dolayı kefaret gerekmeyeceği görüşündedir.

Orucun kefareti İle ilgili hadiste belirtilen hususlar zıhâr kefareti ile ilgili âyettekilerle paralellik arz eder. Buna göre kefaret olarak öncelikle bir köle azat edilmesi gerekir. Maddî imkânı olmadığı veya günümüzde olduğu gibi kölelik olayı bulunmadığı için buna gücü yetmeyenler iki ay peş peşe oruç tutarlar. Zıhâr kefâretindeki gibi burada da bir maze­retten dolayı olsa da ara verilmesi halinde iki aylık oruca yeniden baş­lanır. Yalnız kadınların ay hali sebebiyle verecekleri ara bunun dışında tutulmuştur. Onlar aradaki bu günleri yok sayarak toplam oruç süresini iki aya tamamlarlar.
Oruç tutamayanlar da altmış fakire yemek verirler. Yemek olarak fitir sadakası ile ilgili esaslar çerçevesinde belli gıda maddelerinden muayyen miktarların verilmesi caiz olduğu gibi Hanefî mezhebine göre günde iki öğün yemek verilmesi veya bunların bedeli olarak her birine bir fıtır sadakası verilmesi de caizdir. Altmış fakire yemek verilmesi yerine tek bir fakirin altmış gün doyurulmasını da caiz gören fıkıhçılar bu durumda bir günde sadece bir günlük yemek, yemek maddesi ve­ya yemek bedeli verilebileceğini, daha fazlası verilse bile aynı günde verilenin bir günlük sayılacağını belirtirler. MâÜkî mezhebine göre kefa­rette bu şekilde bir sıra izlenmesi şart olmayıp kefaret borçlusu bu üç husustan istediğini yerine getirebilir. Ramazan dışındaki oruçların bo­zulması halinde kefaret gerekmez.
Bir ramazan ayında kefaret gerektiren fiili henüz kefareti yerine ge­tirmeden birden fazla işleyen kişiye, İkinci ve daha sonraki fiilleri için tekrar kefaret gerekmez. Fakat birincinin kefaretini yerine getirdikten sonra o fiili tekrar işlerse yeni bir kefaret gerekir. Diğer taraftan farklı ramazanlarda kefaret gerektiren fiilin, birincinin kefareti yerine getiril­meden önce tekrarlanması yeni bir kefaret borcu doğurur. Ebu Hanî-fe'deh ve İmam Muhammed'den bu durumda da yeni bir kefaret bor­cu doğmayacağına dair bir rivayet de vardır.

 Diğer Kefaretler
Ay halinin kadın için sıkıntılı ve eziyetli bir durum olduğunu belir­ten Kur'ân-ı Kerîm bir kişinin, o haldeki karısı ile cinsel ilişkide bulun­masını yasaklamıştır[el-Bakara 2/222]. Bu yasağı çiğneyenler haram olarak nitelenen önemli bir günah işlemiş olurlar. Bunun için tövbe edip Al­lah'a sığınmaları, kendilerini affetmesi için O'na yalvarmaları gerekir. Kur'an'da bunun dışında bir sorumluluktan söz edilmese de bazı hadis­lerde[Ebû Dâvud, 'Taharet" 105, "Nikâh", 47; Tirmizî, 'Taharet", 103; Nesâî, 'Taharet", 182] kefaret olarak bir veya yarım dinar; yahut bu günah ay halinin başında veya ortasında işlenmiş ise bir dinar, sonlarında işlenmiş ise yarım dinar sadaka verilmesi istenir. Bazı âlimler böyle bir işi yapanın bu hadislerde belirtilen esaslara göre kefaret yükümlüsü olduğunu söy­lerse de çoğunluğa göre kefaret gerekmez, yapılan iş bir günah oldu­ğu için Allah'tan af dilenmelidir. Loğusa halindeki eşle cinsel ilişkinin hükmü de aynıdır.
Hac veya umre için ihrama girenlere bazı özel yasaklar getirilmiştir. Bunları İhlâl edenlere de kefaret gerekir. Hangi ihlâllerin hangi ceza veya kefareti gerektirdiği hac konusunda "Cinayetler" başlığı altında anlatılmıştır.
Hadis kitaplarında cuma namazını mazeretsiz terk etmenin kefareti­ne dair rivayetler de vardır.[Ebû Dâvud, "Salât", 205]
 
  Bugün 51 ziyaretçi (159 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol