İslâm ahlâkı, peygamber ahlâkı demektir. Ahlâkî değerler onun şahsında örnekliğini bulur. Yüce Allah sevgili peygamberimiz hakkında "Şüphesiz sen, yüce bir ahlâk üzeresin" (ei-Kalem 68/4) buyurur. Onun övgüsü, yüce değerleri sadece getirmesi ve duyurmasında değil, bizzat kendi üzerinde gerçekleştirmesinde ve bu şekilde "üsve-i hasene = en güzel örnek"[el-Ahzâb 33/21] oluşundadır. Yani erdemli olmak isteyen her müslüman, en güzel örnek olarak onu kendisine model almak durumundadır. İslâm'ın temel kavramlarından birincisi Kitab'a bağlılıksa, ikincisi de Sünnet'e uymaktır. Bunun anlamı da, hal ve gidişatta, yaşam biçiminde peygambere benzemeye çalışmaktır. Birincisi yani Kitap, mücerret aşkın değerler dizisini, ikincisi (Sünnet) de bu değerlerin yeryüzünde ete kemiğe bürünüp görünmesini temsil eder. Hz. Peygamberin asıl yüceliği, gerçekleştirdiği işte bu örneklikte olmuştur. O, öylesine yüce bir ahlâkî mevkidedir ki, kendisinden onu anlatmasını İsteyenlere Hz. Aişe validemiz: "Siz hiç Kur'an okumuyor musunuz? Onun ahlâkı, Kur'an'dı"[Müslim, "Müsâfirîn", 139] demiş ve böylece onun hayatını "yaşanan Kur'an"a irca etmişti.
Sevgili Peygamberimiz, İslâm dininin üç ana esasının olduğunu belirtmiştir. Bunlar önce inançlardır. İnançların kalbe iyice yerleştirilmesi ve içselleştirilmesi gerekir. Sonra içselleştirilmiş bu iman ve inançtan kaynaklanan davranışlarımız gelir. Bunlar gerek Allah Teâlâ'ya karşı, gerek kendi özümüze, ailemize ve sırasıyla yakın çevremizden başlayarak tüm insanlığa kadar uzanan geniş bir yelpazede yerine getirilmesi gereken insanî vazifelerimizdir. Üçüncüsü ise imandan kaynaklanan davranışlarımızın, yapıp ettiklerimizin içini dolduran ruhtur. Elde edilmek istenen semere işte budur. İman ve İslâm'ın hem gayesi hem de sonucu insanımızı bu mertebeye eriştirmek, onun ruh halini olgunlaştırmak ve kendisine derinlik kazandırmaktır. Hadiste "ihsan" olarak nitelenen ve "Allah'ı görüyormuş gibi O'na kulluk etmendir, her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor"[Müslim, iman", I, 5] şeklinde tarif de edilen bu özellik bizim ahlâk anlayışımızın özünü ve esasını teşkil eder. Risâletin yani Hz. Peygamberin gönderilmesindeki en son amacın bu olduğunu bilmekteyiz. Sevgili Peygamberimiz "Ben sadece ahlâkî güzellikleri tamamlamak için gönderildim”[el-Muvatta1, "Hüsnü'l-huluk", 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 381] buyurmuş ve kendisinin peygamber olarak gönderilişini "ahlâkîlik" ilkesine özgülemiştir.
Öyle ise imanımız bizi salih amele yani gerek kendi özümüz ve gerekse insanlar için yararlı olan davranışlara itmeli, ama bu davranışlarımızın içini de güzel ahlâk doldurmalıdır. İçimiz arınmış olmalı ki, güzelliklere yer açılsın. Bir şeyi süslemeden önce temizleme ameliyesi yapılır. Tarlaya tohumlar serpilmeden önce güzelce ayıklanması gerekir. Aynı şekilde bizim de güzelliklere ulaşabilmemiz, erdemli olabilmemiz için önce kötülüklerden arınma yolu ile işe başlamamız, bütün fiiliyatımızda sırf Allah'ın rızasını gözetmemiz gerekmektedir. O'nun ahlâkı ile ahlâklanmak varlık gayemiz olmalıdır. O seviyorsa, sevgi bizim de gönlümüzü doldurmalıdır. O affedici İse, hoşgörülü ve affedici olma bizim de meziyetimiz olmalıdır. O settâr sıfatıyla, gecenin karanlığı ile her şeyi Örtüyorsa, bizim de aynı şekilde hem kendi kusurlarımızı hem de başkalarının kusurlarını, mahrem sırları örtmemiz, teşhircilik yapmamamız gerekir. Allah rahman sıfatıyla mü'min kâfir ayırmıyor ve rezzâk olarak herkesin rızkını veriyorsa biz de aynı şekilde herkese karşı ayırım yapmadan hak ve hukuku gözetmek, herkese lâyıkı olan değeri vermek, kimsenin rızkı ile oynamamak, aksine insanların geçimlerini kolay-laştırabilmeleri için onlara yardımcı olmak, işsizlere iş imkânı bulmaya çalışmak zorundayız. O rahîm olarak, özelde müminlerine inayet ve ikramda bulunuyorsa, biz de müminleri kardeş bilip, onların olması gereken özel hukukuna riayetkar olmalıyız.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, dinin hem amacı hem de sonucu ahlâkî güzelliklere sahip olgun insanlar yetiştirmek ve bunlardan oluşan erdemli bir toplum (medîne-i fâzıla) inşa etmektir. Böylece içinde yaşadığımız dünyayı cennete çevirmek ve huzur devşirmek, onun izdüşümü olan gerçek cenneti ve ebedî mutluluğu kazanmak mümkün olacaktır.