tevhid-sancagi.tr.gg
  Hariciler
 


Havâric (Haricîler)
Haricîler (Havâric), Mürcie ve Va'îdiyye.
Müslüman toplumun, imamlığı üzerinde ittifak ettikleri hak imama başkaldıran kimseye Haricî denir. Bu başkaldırı, sahabe devrinde olduğu gibi, tâbiûn ya da sonraki imamlar devrinde de olabilir.
Mürcie, farklı bir grup olup iman ve amel gibi meseleler üzerinde görüş belirtmiştir. Ancak imamete ilişkin bazı meselelerde Hâricilerle ittifak etmişlerdir.

Va'îdiyye de Haricîlere dâhildir. Onlar da büyük günah sahibini küfrle itham etmiş ve cehennemde ebedî kalacağına hükmetmişlerdir. Bun­ların görüşlerini Hâricileri anlatırken zikredeceğiz.
Bilinmelidir ki Müminlerin Emiri Ali'ye (radıyallahu anh) İlk karşı çıkan­lar, Sıffîn savaşında onun yanında yeralan bir cemaattir. Ona muhalefet ve din dairesinden çıkışta en aşırıya kaçanlar ise şu kimselerdir: el-Eş'as b. Kays el-Kindî, Mis'ar b. Fedekî et-Temîmî, Zeyd b. Husayn et-Tâî. Bun­lar Alî'ye şöyle demişlerdi: Halk bizi Kur'ân'a davet ederken sen kılıçları çekmemizi istiyorsun. Bunun üzerine İmam Ali (radıyallahu anh) şöyle cevap vermişti: "Allah'ın Kitâbı'nda olanı en iyi ben biliyorum! Haydi topluluk­tan geri kalanlar üzerine atılın; Allah ve Resulü - yalan söyledi diyenlere saldırın! Oysa siz Allah ve Resûlü'nün doğru buyurduğunu söylüyorsu­nuz. Bunun üzerine şöyle dediler: "Eşter'i müminlerle savaştan alıkoya­caksın! Yoksa Osman'a (radıyallahu anh) yaptığımızı sana da yaparız!" Toplu­luk, dağılıp kaçmaya başlayıp geriye üç-beş kişi kalınca Müminlerin Emirİ Ali, Eşter'i geri çekmek zorunda kaldı. Ester de, Ali'nin emrine uydu.

Hakem Meselesi: Haricîler, başta İmam Ali'yi (radıyaUahu anh) talikimi (hakem tayini) kabul etmeye zorlamışlardı. O, Abdullah b. Abbâs'ı (radıyal-lahu anh) göndermek istiyordu. Ama Haricîler onu kabul etmeyip "O zaten sendendir" diyerek Ebu Musa el-Eş'arî'yi Allah'ın Kitabını hakem kılması şartıyla göndermesini istediler. Sonuç İmanı Ali'nin (radıyallahu anh) arzusu hilâfına çılanca tahkim sonucunu kabul etmemek istedi. Haricîler bu nok­tada kendisine karşı çıkarak şöyle dediler: "İnsanları niçin hakem tuttun? Allah'tan başka hüküm verecek yoktur!" İşte bunlar, bilâhare Nehrevân'da toplanan zındıklardır.

Ana fırkaları şunlardır: Muhakkime, Ezârika, Necedât, Beyhesiyye, Acâride, Seâlibe, İbâdiyye, Saferiyye. Bunlar dışındaki fırkalar, ana fırka­ların dalları konumundadır.
Yukarıda zikrettiğimiz fırkaların ortak noktalan Osman'dan (radıyaüahu anh) teberrî etmeleri, bunu her tür tâat ve İbâdetin önüne geçirmeleri ve nikahın sıhhat şartı görmeleri, büyük günah işleyenleri tekfir etmeleri, Sünnete muhalefet eden imâma başkaldırmayı farz bir hak olarak görme­leridir.

1- İlk muhakkime:
Bunlar Tahkim olayı yaşanıp da iki hakem atandığında İmam Ali'ye (radıyallahu anh) karşı çıkarak onu tekfîr edenlerdir. Kûfe'nin köylerinden Harüra'da toplanmışlardır. Başı çekenleri şunlardı: Abdullah b. el-Kevâ, Artâb b. el-A'ver, Abdullah b. Vehb el-Râsibî, Urve b. Cerîr, Yezîd b. Ebî Asım el-Muhâribî, Harkûs b. Züheyr el-Becelî (Zi's-südye olarak bilinir.). Sayıları on iki bin kişiye yakındı. Tamamı da namaz kılıp oruç tutan kimselerdi.
Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) "Öyle kimseler çıkar ki namaz­larının yanında namazınız, oruçlarının yanında orucunuz hor görülür. Ama onların imanları, gırtlaklarını geçmez" (Buhârî, Fedâilü'l-Kur'ân, 36; Ebu Davud, Sünnet, 28; Müsned, 1/81,93) buyruğunun onlar hakkında olduğu söylen­miştir.

Onlar, Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve seilem) haklarında şöyle buyur­duğu zındıklardır: "Şu adamın kökünden öyle bir topluluk çıkar ki, okun yaydan fırlaması gibi dinden fırlayıp çıkarlar." (Buhârî, Tevhîd, 23; Müslim, Zekat, 142; Ebu Davud, Sünnet, 28) Onların ilki Zü'1-Huvaysira, sonuncuları da Zü's-Südye'dir.

Muhakkime'nin ortaya attıkları ilk bidat imamet konusunda olmuş­tur. Onlara göre halk içinde adaletle davranıp zulmetmeyen kimse, Kureyş kökenli olsun ya da olmasın, imamete geçebilir. Eğer adalet yolu­nu değiştirip zulme başlarsa, azli veya katli vacip olur. Kıyasla hüküm ver­me meselesinde en katı davranan onlardır. Halife tayin etmeyi farz olarak görmeyen Muhakkime, halife bulunmamasını da caiz görmüşlerdir. Eğer ihtiyaç duyulursa hür veya köle, Nabatlı veya Kureyşli olmasının da bir önemi olmadığını söylemişlerdir.

ikinci bidatleri ise tahkim meselesinde insanları hakem kıldığı için imam Ali'yi (radıyallahu anh) hatalı bularak Allah'tan başka hüküm sahibi olmadığını söylemeleridir. Onlar iki noktada Ali (radıyaUahu anh) hakkında yalan söylemişlerdir:

a- Onlara göre İmam Ali (radıyallahu anh) insanları hakem kılmıştır. Bu yalandır. Çünkü onu tahkimi kabul etmeye zorlayan bizatihi kendileridir.
b- İnsanların hakem tayin edilmesi caizdir. Bu meselede hüküm sâhibi olanlar kavme mensup kişilerdir. Ali (radıyallahuanh) onların bu sözleriyle ilgili olarak şöyle demiştir: "Bâtılın murad edildiği hak bir söz." Haricîler, hatalı bulmada kalmayıp bunu tekfire kadar götürmüşlerdir. Ayrıca Hz. Ali'yi sözünden dönerlerle, ve zındıklarla çarpışmasından dolayı lanetlen­mişlerdir. Hz. Ah sözden sözden dönenlerle çarpışmış; mallarını ganimet olarak almış, fakat aile ve çocuklarını esir etmemiştir. Asîlerle savaşmış, ne ganimet ne de esir almıştır. Zındıklarla savaşmış, mallarını ganimet çocuklarını esir almıştır.

Muhakkime, saydıkları birtakım suçlardan dolayı Osman'a (radıyaüahu anh) dil uzatmışlardır. Aynı şekilde Cemel ve Sıffîn'de savaşanlara da ta'n etmişlerdir.
Ali (radıyallahu anh) Nehrevan'da Haricîlerle şiddetli bir savaşa tutuşmuş ve burada sadece on civarında Haricî canını kurtarmıştır. Müslümanlar arasında şehit olanların sayıları da ondan aşağıydı. Kurtulan Haricîler­den ikisi Umman'a, ikisi Kirman'a, ikisi Sicistân'a, ikisi Cezîre'ye biri de Yemen'de bulunan Tel Mevzen'e kaçmıştır. Haricîlerin bidatleri bu mer­kezlerde ortaya çıkmış ve günümüze kadar varlığını korumuştur.

Haricîler arasında imam olarak biat edilen ilk kimse Abdullah b. Vehb er-Râsibî olup kendisine Zeyd b. Husayn'ın evinde biat edilmiştir. Ona biat edenler arasında Abdullah b. el-Kevâ, Urve b. Cerîr, Yezîd b. Asım el-Muhâribî ve bir topluluk bulunmuştur. Tehlikeden sakınmak için kalabalıktan uzak durur, mensuplarını karşıladığında güvenlik amacıyla imam olarak başkası gösterilirdi. İnce görüşlülüğü ve cesaretiyle tanınırdı. Her iki hakemden ve onların görüşlerine rıza gösterip doğrulayanlardan teberrî etmişti. Müminlerin Emiri Ali'yi (radıyallahu anh) kâfir ilan ederek şöyle demişlerdir: O, Allah'ın hükmünü terketti ve insanları hakem kıldı. Bu sözü ilk dillendiren kişinin Sa'd b. Zeyd b. Menât b. Temîm oğullarından cl-Haccâc b. Ubeydullah olduğu söylenmiştir. Muâviye, Hakem mesele­sinde söylediklerini işitince el-Bcrk lakabıyla tanınan bu kişinin sağrısına vurmuştu. Bu adam şöyle derdi: "Allah'ın dininde hakem mi atıyorsunuz? Allah'tan başka hüküm verecek yoktur. Biz ancak Allah'ın Kitâbı'nda ver­diği hükümle hüküm verebiliriz." Bu sözlerini işiten bir adam şöyle demiş­ti: "Dil uzattı ve yemin olsun haddi aştı!" Muhakkime, bu söz nedeniyle bu isimle anılmıştır. Müminlerin Emiri bu sözü işitince şöyle demiştir: "Zulmün murad edildiği bir adalet sözü! Asıl söylemek istedikleri, emirliği yok etmektir. Halbuki sâlih veya fâcir birinin emirliği şarttır."

Rivayet edilir ki Haricîler arasında ilk kılıç çeken Urve b. Hudeyr'dir. Olay şöyle gelişmiştir: Urve, el-Eş'as b. Kays'ın yanına giderek şöyle demişti: "Bu alçaklık nedir ey Eş'as? Bu tahkim de nereden çıktı? İçiniz­den birinin şartı Allah Teâlâ'nın şartından daha mı sağlamdır?" Daha sonra el-Eş'as sırtını dönünce kılıcını çekerek atının arkasına indirdi. At iki ayağı üstünde şaha kalktı. Yemenliler hemen biriktiler. Bunun üzerine el-Ahnef ve arkadaşları araya girerek el-Eş'as'tan Urve'yi hoş görmesini istediler. O da öyle yaptı.

Urve b. Hudeyr Nehrevan'da yapılan savaştan kurtularak Muâvi-ye'nin hilâfetine kadar yaşamıştır. Bilâhare hizmetçisiyle birlikte Ziyâd b. Ebîhi'nin yanına gitmiştir. Ziyâd kendisine Ebu Bekir (radiyalkhu anh) ve Ömer'i (radiyallahu anh) sorduğunda onlar hakkında iyi şeyler söylemiştir. Osman (radıyallahu anh) hakkında sorunca şöyle cevap vermiştir: "İlk altı yılında Osman'a (radıyallahu anh) bağlılığım devam etti. Ancak daha sonra yaptıkları nedeniyle ondan teberrî ettim. Onun küfrüne şahitlik edilir." Ali (radıyaUahu anh) hakkındaki görüşünü sorunca şu cevabı verdi: "iki hakem tayin edinceye kadar ona bağlıydım. Daha sonra ondan da teberrî ettim. Onun da küfrüne şahitlik edilir." Muâviye'yi sorunca çok ağır şekilde sövüp saydı. Kendisi hakkında ne düşündüğünü sorunca şöyle dedi: "ilk dönemin süs, son dönemin yıkımdır. Bu ikisi arasında da Rabbine isyan etmektesin." Ziyâd, bu cevabın ardından Urve'niıı boynunun vurulmasını emretti. Ardından hizmetçisini çağırarak 'Bana onu olduğu gibi anlat' dedi. Hizmetçi, 'Ayrıntılı olarak mı anlatayım yoksa kısaca mı?' diye sor­du. Ziyâd 'Kısa tut' deyince şöyle dedi: "Gündüzleri kendisine asla yemek götürmedim, geceleri ise asla yatağını sermedim." Amel ve zühdü bu dere­ce yüksek olan Urve'nin itikadı ise bu kadar sakat ve çürüktü.

2- Ezârika:
Nâfi b. el-Ezrak adında bir şahsın taraftarlarından oluşmuş bir fırkadır. Nâfı'in komutasında Basra'dan Ehvaz'a göçmüşlerdir. O beldeyi ve daha ötesindeki İran ve Kirman topraklarını zaptetmiş ve Abdullah b. Zübeyr döneminde oralara gönderilen valileri öldürmüşlerdir.
Nâfı'in yanında yeralan Haricî emirlerine örnek olarak şu isimler zikredilebilir: Atiyye b. el-Esved el-Hanefî, Abdullah b. el-Mâhûr, kardeş­leri Osman ve ez-Zübeyr, Arar b. Umeyr el-Anberî, Katarı b. el-Fecâe el-Mâzinî, Ubcyde b. Hilâl el-Yeşkûrî, kardeşi Muharrir b. Hilâl, Sahr b. Habîb et-Temîmî, Salih b. Mihrak el-Abedî, Abdu Rabbih el-Kebîr ve Abdu Rabbİh es-Sağîr. Nâfı'in görüşünde olan savaşçı ve taraftarların sayısı otuz bini buluyordu.
Abdullah b. el-Hâris b. Nevfel el-Nevfelî, Müslim b. Ubeys b. Küreyz b. Hubeyb komutasında bir orduyu Ezârika'nın üstüne göndermişse de Müslim onlar tarafından katledilmiş ve ordusu mağlup edilmiştir. Bunun üzerine Osman b. Abdullah b. Ma'mer et-Tcmîmî komutasında başka bir ordu göndermiş, bu ordu da mağlup edilmiştir. Ardından Harise b. Bedr el-Attâbî komutasında daha büyük bir ordu göndermiş, o da Haricîler tarafından mağlup edilmiştir. Bu gelişmeler üzerine Basra halkı korkuya kapılmıştır. En sonunda el-Mühelleb b. Ebî Sufra komutasında bir ordu gönderilmiş ve el-Mühelleb on dokuz yıl boyunca Ezârika ile savaşarak el-Haccâc döneminde hâkimiyetlerine tamamen son vermiştir. Nâfİ, el-Mühelleb döneminde yapılan savaşları görmeden ölmüştür. Ezârika onun ardından Katarî b. el-Fecâ'e el-Mâzinî'ye biat ederek kendisini Emîri'l-Müminîn olarak adlandırmışlardır.

Ezârika'nın ortaya attığı sekiz bidat vardır:
Birinci bidat: Nâfi'e göre İmam Ali (radıyallahu anh) tahkimi kabul etmesinden dolayı küfre düşmüştür. Bu bağlamda Allah Teâlâ'nın "İnsan­lardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri hoşuna gider. Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah'ı da şâhİt gösterir. Halbuki gerçekte o, düşmanların en yamanıdır." (Bakara 2/204) buyruğunun da onun hakkında indirilmiş olduğunu iddia etti. İbn Mülcem'in (Allah lanet etsin) suikasti-ni de doğru bulduğunu söyledi. Ona göre "İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah rızasını kazanma umuduyla canlarını satarlar" (Bakara, 2/207) buyruğu İbni Mülcem'i övmek için indirilmişti.

Haricîlerin müftî, zahit ve şâiri İmran b. Hattan, Abdurrahman b. Mülcem'in işlediği cinayeti tasvip ederek şu beyti söylemiştir:

Ey Allah'a-yönelenin darbesi! Onunla murat edilmedi. Arş Sahibenin rızasına erişmekten başka şey, Ne zaman onu ansam, inanırım ki o, Allah katında terazisi en ağır olandır.
Ezârika fırkası bu çirkin bidatte ısrarcı olmuş, daha da ileri giderek lam Osman (radıyallahu anh), Talha (radıyallahu anh), Zübeyr (radiyallahu anh),
İşe (radıyallahu anh) ve İbn Abbâs'ın (radıyallahu anh) küfürlerine hükmetmiş­lerdir. Ayrıca, benzer konumlara sahip diğer müslümanları da tekfir etmiş, onların ebedî cehenneme mahkûm olduklarını da İddia etmişlerdir.

İkinci Bidat; Hz. Ali'ye yardım etmeyen ve onunla çarpışmayanları
konularda aynı şekilde düşünmelerine bakmaksızın tekfir etti.

Üçüncü Bidat: Kendilerine karşı çıkanların eşlerini ve çocuklarını öldürmeyi de mubah gördüler.

Dördüncü Bİdat: Zina suçunu işleyen günahkârın recm edilmeyeceğİ-ıe hükmettiler. Bunu da recmin Kur'ân'da zikredilmemcsİne dayandırdılar. tyrıca muhsan erkeklere iftira edenlere uygulanan haddi kabul etmeyip, ıuhsan hanımlara iftira edenlerle ilgiü haddi kabul ettiler.

Beşinci Bidat: Müşrik çocuklarının, babalarıyla birlikte cehenneme gireceklerine hükmettiler.

Altıncı Bidat: Söz ve fiilde takİyye asla caiz değildir.

Yedinci Bidat: Ona göre Allah Teâlâ'nın, peygamberlik geldikten sonra kâfir olacağını bildiği yahut da peygamberlikten önce kâfir olan 'irini peygamber olarak göndermesi caizdir. Büyük ve küçük günahlar, peygamber için aynı mesabededir ki bu da küfürdür. Ümmet içinde pey­gamberler hakkında büyük ve küçük günahları caiz görenler vardır ki bu la küfürdür.

Sekizinci Bidat: Ezârika'nın tamamına göre büyük günahlardan her-iangi birini işleyen kimse küfre düşüp İslâm dairesinden çıkar. Diğer irler gibi cehennemde ebedî kalır. Bu görüşlerinde İblis'in küfrünü lelil göstererek şöyle demişlerdir: İblis, Adem'e (aleyhissdâm) secde edilmesi emredilip bu emre karşı çıktığında büyük günah işlemiştir. Bilindiği üzere o da Allah Teâlâ'nın birliğine inanmaktaydı.

3- Necedât-ı Aziriyye:
Necdet b. Amir el-Hanefî adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bîr fırkadır. Necdet'e Asım da denilmiştir. Askerleriyle birlikte Yemâme'den yola çıkarak Ezârika'ya katılmak istedi. Ebu Fudeyk ve Atıyye b. el-Esved el-Hanefî'nİn de aralarında bulunduğu Nâfi b. el-Ezrak muhalifleri tarafından karşılandı. Bunlar Necdet'e Nâfi tarafından çıkartılan ihtilafı haber vererek savaşa katılmayanları tekfir ettiğini ve benzeri bidatlerini söylediler. Hep birlikte Necdet'e biat ederek onu Emîm'l-müminîn olarak isimlendirdiler. Bilâhare Necdet üzerinde de ayrılığa düştüler ve bir toplu­luk kendisine yapılanlardan dolayı onu kâfir ilan ettiler.

Bidatlerine örnek olarak şu gibi olaylar zikredilmiştir: Ordusunu oğluyla birlikte Katîflİlerle savaşmaya göndermişti. Bunlar erkekleri öldü­rüp kadınlarını esir aldı. Bunu da şöyle açıkladılar; Eğer değerleri gani­met paylarımıza denk olursa mesele yok. Fazlalık olursa onu iade ederiz. Böylelikle taksimden önce kadınlarla birlikte olup ganimet mallarını yedi­ler. Necdet'in yanına döndüklerinde, yaptıklarını ona anlattılar. Necdet, yaptıklarının caiz olmadığını söyledi. Onlar da bilmedikleri için böyle yaptıklarını söylediler. Bunun üzerine onları mazur gördü.

Necdet'in taraftarları bilâhare bu konuda ihtilafa düştüler. Bir kısmı onu doğru bularak dinî emirlerde cahilliğin mazur görülebileceğini söyle­diler. Onlara göre dinde iki asıl mevcuttur:
a- ilki Allah Teâlâ'yı ve peygamberlerini bilmek, -kendileriyle aynı görüşte olan- müslümanların kanlarını haram saymak, Allah katından gelenleri toptan ikrar etmektir. Bu, herkes üzerine farzdır. Bunlar hakkın­da cehalet özür sayılmaz.
b- Bunların dışında kalan hususlar. Halk, bu tür konularda helal ve haramı belirleyecek bir delil konuluncaya kadar mazur sayılır. Nitekim şöyle demişlerdir: Dinî hükümlerle ilgili herhangi bir meselede hatalı bir İçtihadda bulunan kimsenin kesin delil oluşmadan Önce azap göreceğini söyleyen kimse kâfirdir.
Necdet, takiyyeye başvurmaları durumunda Ehl-i Ahd ve Zimmetin kanlarını ve mallarını mubah kılmıştır. Onların kanlarını ve mallarını aram kılanlardan ise berî olduğunu söylemiştir. Kendi görüşünde olup had cezasına maruz kalanların Allah Teâlâ tarafından affedilebilecekleri-i azap görseler de ebedî cehennemde kalmayıp ardından cennete konula­aklarını söylemiştir. Necdet'e göre onlardan berî olmak caiz değildir. Necdet şöyle demiştir: Her kim büyük veya küçük bir yalan söyler hatalı düşünce sahibi olur ve bunda ısrar ederse müşrik olur. Zina den, şarap içen veya hırsızlıkta bulunan, ama bunlarda ısrarcı olmayan se ise müşrik olmaz. Necdet, şarap içenlere uygulanan had konusunda a çok katı davranmıştır.
Abdulmelik b. Mervân'la yazışarak ondan memnun olduğunu belirttiği zaman, kendi taraftarlarının hışmına uğramış ve tövbe etmesi istenmiştir. Önlerinde tövbe etmesi üzerine onu cezalandırmaktan vaz-erek kendi halinde bırakmışlardır. İçlerinden bir topluluk bilâhare tövbe talebinden dolayı pişmanlık duyarak şöyle demişlerdir: Hata ettik. İmamımızdan tövbe talep etmemiz yakışık almadı. Onun da talebimiz üzerine tövbe etmemesi gerekirdi. Bunu ifade ettikten sonra tövbe edip hatalarını itiraf ettiler. Necdet'e de şöyle dediler: Önceki tövbenden tövbe t. Yoksa seni reddedeceğiz. O da bu isteğe uyarak önceki tövbesinden dolayı tövbe etmiştir.

Ebu Fudeyk ve Atıyye ondan ayrılmışlardı. Bunlardan Ebu Fudeyk tecdefin üstüne atılarak onu katletti. Çok geçmeden bu ikisi de birbir­erinden berî olduklarını ilan ettiler. Abdulmelik b. Mervân, Ömer b. Ubeydullah b. Ma'mer et-Temîmi komutasında bir orduyu Ebu Fudeyk'İn tüne gönderdi. Ömer, Ebu Fudeyk ve taraftarlarıyla bir süre savaştıktan onra Ebu Fudeyk'i ele geçirerek öldürdü. Atıyye İse Sicistan'a kaçmıştı, araftarları Atevİyye olarak bilinirdi. Acâride fırkasının kurucusu Abdulb. Acred de onun taraftarlarındandı.

Necedât fırkasının Âziriyye olarak anılmasının nedeni, fert hükümler- cahilliği mazur görmeleriydi. el-Ka'bî, Necedât hakkında şunları tatmıştır: Onlara göre söz ve amelde takiyye caizdir. İnsan öldürme onusunda bile takiyyeyi caiz görmüşlerdir. Necedât fırkasına göre insanların halîfeye (imam) ihtiyaçları yoktur. Bu noktada yapmaları gereken, kendi aralarında adalete riâyet etmeleridir. Adaletin gözetilmesi nok­tasında imam elzem olursa, o takdirde âdil bir kimseyi imam tayin etmek caiz olur.
Necdet'in Öldürülmesinden sonra Eudeykiyye ve Ateviyye olmak üzere iki gruba bölündüler. Bunlardan her biri diğerinden berî olduğunu ilân etti. Necdet'in samimi dostları dışında merkez Ebu Fudeyk'e geçti. Sicistan, Horasan, Kirman ve Kuhistân haricîleri ise Atiyye'nin mezhebi­ne tâbi oldular.
Necdet b. Amir ve Nâfi b. el-Ezrak, Mekke'de İbniVZübeyr'e kar­şı diğer Haricîlerle birleştiler. Bilâhare Nâfı ve Necdet fikir ayrılığına düştüler. Nâfı, Basra'ya, Necde de Yemâme'yc gitti.
ikisi arasındaki fikir ayrılığının nedeni şuydu: Nâfı, takiyyenin helal olmadığını ve savaşa katılmamanın ise küfr olduğunu söylemişti. Bu görüşünü de şu ayet-i kerimelere dayandırmıştı: "Onlardan bir topluluk, insanlardan Allah'tan korkar gibi korkarlar." (Nisa, 4/76) "Allah yolunda savaşır ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar."

Necdet ise ona karşı çıkarak takiyyenin caiz olduğunu söylemiş ve şu ayetleri delil olarak göstermişti: "Ancak onlardan sakınmanız hali müstesnadır." (Âl-i İmrân, 3/28) "Firavun ailesinden imanım gizleyen bir adam dedi ki." (Mümin, 40/28) Ona göre savaşa katılmamak caiz, imkân bulup sava­şa katılmak ise daha faziletli idi. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştu: "Allah cihad edenleri oturanlara büyük bir ecirle üstün kılmıştır." (Nisa, 4/95)
Nâfı şöyle demiştir: Bu ayetler, Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) baskı altındaki ashabı hakkında inmiştir. Bu durumda olmayanlar için sava­şa katılmamak küfrdür. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve Resûlü'ne yalan söyleyenler -savaştan- geri durdular." (Tevbc, 9/90)

4- Beyhesîyye:
Ebu Beyhes b. el-Heysam b. Câbir adında bir şahsın etrafında topla­nanlardan oluşan bir fırkadır. Sa'd b. Ebî Zabî'a oğullarındandır. Haccâc, el-Velîd'in hilâfeti döneminde onun peşine düşünce Medine'ye kaçmıştır. Osman b. Hayyan el-Merrî orada da kendisini takip etmiş ve sonunda yakalayarak hapsetmiştir. Halife el-Velîd'in fermanı gelinceye kadar gece­leri onunla sohbet etmiştir. Halifenin emri gereği elleri ve ayaklan kesil­dikten sonra öldürülmüştür.

Ebu Beyhes cariyenin satışı konusundaki ihtilaflarından dolayı İbra­him ve Meymûn'u tekfir etmiştir. Aynı şekilde Vâkıfıyye'yi de tekfir etmiş­tir. Ona göre Allah Teâlâ'yı, peygamberlerini ve Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından getirilen şeriatı bilip ikrar etmeyen kimse müslü-man olamaz. Ancak AUah dostlarına dost olunur, Allah düşmanlarından ise berî olunur. Şeriatın esasları arasında varit olup Allah Teâlâ tarafından haram kılınıp azap tehdidinde bulunulan hükümlerin bizatihi bilinmesi, tefsirinin öğrenilmesi ve bunlardan sakınılması gerekir. Bazı hükümleri ise sadece ismen bilmesi yeterli olup tefsirini bilmek vacip değildir. Kula düşen, bilmediği hususlardan çekinmesi ve yaptığı her şeyi ilme dayanarak yapmasıdır. Ebu Beyhes, Vâkıfiyye'den berî oluşunu onların şu görüşüne dayandırmıştır: Bir haramı, haram ya da helal olmadığını bilmeden işle­yen kimse hakkında hüküm verilemez. Halbuki Ebu Beyhes'e göre o kim­senin bu haramı öğrenme hakkı vardır.
İman ise her hak ve bâtılı bilmektir. İman, sadece kalp ile bilmek olup söz ve amel İmanın şartı değildir. Ebu Beyhes'in şöyle dediği nakledilir: İman, ikrar ve İlimdir. Bunlardan sadece biri yeterli değildir.

Beyhesiyye'nin geneline göre ise ilim, ikrar ve amelin tamamı imandır. Bazılarına göre haramlar, Allah'ın Kitâbı'nda vârid olanlarla sınırlıdır. Buna delil olarak da şu ayeti zikrederler: "De ki: Bana vahyedi-lende yiyecek kişiye haram kılınmış başka bir şey göremiyorum." (En'âm, 6/154) Kitab'da zikredilen haramlar dışında herşey helaldir.

Beyhesiyye içinde Avfiyye adıyla bilinen bir topluluk vardır ki iki gru­ba ayrılmışlardır:
Birinci grup şöyle der: Hicret yurdundan dönerek savaşa katılmaktan çekinen kimseden berî oluruz.
İkinci grup ise şöyle der: Aksine onlara olan velayetimiz devam eder. Çünkü helal olan bir hükme dönmüşlerdir.

Bu iki grup, imamın küfre düşmesi halinde tebaanın da küfre düşeceği noktasında fikir birliğine varmıştır. Bu noktada gaip olanla mevcut olan aynı hükümdedir.
Beyhesiye içinde Tefsir Ehli (Ashâbu't-tefsir) olarak bilinen bir toplu­luk vardır ki şehâdette bulunan bir müslümanın onun tefsir ve keyfiyetini bilip gereğini yapmakla mükellef olduğunu iddia etmiştir.
İçlerinde Sual Ehli (Ashâbu's-su'âl) olarak bilinen bir topluluk daha vardır ki şöyle demişlerdir: Kişi, iki şehâdeti îfâ ettiğinde müslüman olur, Allah düşmanlarından berî kalıp Allah dostlarını dost edinir ve O'nun katından gelenlere toptan iman eder. Eğer dinî bir hükmü bilmiyorsa, Allah Teâjâ'run kendisine farz kıldığını sorarak öğrenir. Bilmediği husus­larda kusur etmesi, onu sorup Öğreninceye kadar kendisine zarar ver­mez. Haram kılındığını bilmediği bir haramı işlediğinde ise küfre düşer. Çocukların durumu hakkında Sa'lebiyye fırkasıyla aynı görüşü paylaşmış ve şöyle demişlerdir: Müminlerin çocukları mümin, kâfirlerin çocukları da kâfirdir. Kader konusunda İse Kaderiyye ile aynı görüşü paylaşmış ve şöyle demişlerdir: Allah Teâlâ kullarına tefvizde bulunmuş olup kullarının amelleri üzerinde hiçbir iradî müdâhalesi yoktur. Beyhesiyye fırkasının çoğunluğu, bunlardan berâetlerini ilan etmiştir.
Bazılarına göre bİr kişi herhangi bir haram işlediğinde dununu ima­ma bildirilinceye kadar tekfir edilmez. Eğer imam kendisine had uygula­mazsa bağışlanmış olur.
Bazılarına göre helal kılınmış bir şey içtiği için sarhoş olan kimse, söz veya fiilinden dolayı sorumlu tutulmaz.

Avfîyye ise sarhoşluğun küfr olduğunu iddia etmiştir. Ancak sarhoş­luğa namazı terketmek veya iffetli birine iftira etmek gibi başka bİr büyük günah eklenmedikçe tek başına küfr olduğuna şahitlik etmezler.

Hâriciler arasında Salih b. Müserrah'ın taraftarlarından oluşan bİr fırka daha bulunmakla birlikte diğerlerinden ayrışmasını sağlayacak herhangi bir görüşleri nakledilmemİştir. Salih, Bişr b. Mervân'a başkaldırmış ve üstüne Bişr b. el-Hâris b. Umeyre -ya da el-Eş'as b. Umeyre el-Hemedânî- komu­tasında bir ordu gönderilmiştir. Kasr-i Celûlâ'da yaralanan Salih, yerine Şebîb b. Yezîd b. Nuaym el-Şeybânfyi -Ebu's-Sahârâ- atamıştır. EbuV Sahârâ Kûfe'yi ele geçirmiş ve el-Haccâc'ın ordusunda bulunan yirmi dört komutanı öldürmüştür. Daha sonra yenilerek Ehvâz'a çekilmiş ve Ehvâz nehrinde boğulmuştur. Son sözlerinin şu ayet olduğu rivayet edilmiştir: "Bu, Azîz ve Alîm olan Allah'ın takdiridir." (Yâsîn, 36/38)

el-Yem ân, Şebîbiyye'nin Salih hakkında çekimser kaldığını düşündükle­ri için, Hâricîler'in Mürciesi olarak anıldıklarını kaydetmiştir. Rivayete göre, Salih'ten berâatini ilan ederek onu terketmiştir. Bilâhare kendi için imamet iddiasında bulunmuştur. Şebîb'in grubu Beyhesiyye'nin say­dığımız grupları arasında yeralır. Ancak şan, şöhret ve iktidarı Haricîler­den hiçbir şahsiyete nasip olmamıştır. Kıssası tarih kitaplarında uzun uzun anlatılmıştır.

5- Acâride:
Abdulkerim b. Acred adında bİr şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Bu şahıs, Necedât fırkasının bidatlerini aynen benimsemiş, ancak birtakım bidatler çıkartarak onlardan ayrılmıştır. Ebu Beyhes'in taraftar­larından olduğu, bilâhare onunla fikir ayrılığına düşerek ayrıldığı ve şu görüşü savunduğu rivayet edilir: Islama davet edinceye kadar çocuktan berî olmak gerekir. Çocuk ergenlik çağma ulaştığında onu İslâm'a davet etmek farzdır. Müşrik çocukları, babalarıyla birlikte cehennemde olacak­lardır. Ona göre mal, sahibinin öldürülme öldürülmedikçe ganimet (fey5) sayılmaz. Bu fırka mensupları dindarlıkları kendilerince bilinen kaede (: savaşa katılmayanlar) ile olan velayet bağlarını devam ettirirler. Hicreti farz değil bir fazilet olarak görürler. Büyük günah işleyenleri kâfir sayarlar. Yûsuf sûresinin Kur'an'dan olmadığını ve onun herhangi bir hikâye oldu­ğunu iddia ettikleri de söylenmiştir. Rivayete göre bu konuda şöyle demiş­lerdir: Bir aşk hikâyesinin Kur'an'da bulunması caiz değildir!

Acâride fırkası kendi içinde farklılaşan görüşlerine bağlı olarak birçok fırkaya ayrılmıştır. Bu fırkalar şunlardır:
A- Saltiyye: Osman b. EbiYSalt -diğer adı es-Salt b. Ebi's-S alt3 tir­adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bİr fırkadır. Çıkardığı birçok bidatle Acâride'den ayrılmıştır. Bu bidatlerden biri şudur: İslâm'a gireni kendimize dost edinir, aklı başına gelip de İslâm'ı kabul edinceye kadar çocuklarından yüz çeviririz.

İçlerinden bir topluluğun şöyle dedikleri nakledilir: Ergen olup İslâm'a davet edilen kişi bu daveti kabul veya reddedinccye kadar ne müşriklerin, ne de müslümanların çocuklarına dostluk veya düşmanlık söz konusu olmaz.

B- Meymûniyye; Meymûn b. Hâüd adında bir şahsın taraftarlarından oluşmuştur. Meymûn, çeşitli görüşleriyle Acâride'den ayrılmıştır. Bunlar­dan bazıları şunlardır: Kaderin hayır ve şerri kuldan kaynaklanır. Fiiller yaratma ve ibda bakımından kullara aittir. Istitâ'at fiilden Önce gelir, Allah Teâlâ yalnız hayrı murâd eder. Kulların masiyetleri noktasında O'nun irâdesi mevcut değildir. Hüseyin el-Kerâbîsî, Haricîlerin görüşle­rini anlattığı kitabında Meymûnîlerin, kızların kızlarıyla, erkek ve kızkar-deşlerin çocuklarını kızlarıyla evlenmeyi caiz gördüklerini nakletmiştir. Meymûniyye şöyle demiştir: Muhakkak ki Allah Teâlâ kişiye kendi kızları, erkek ve kızkardeşlerinin kızlarıyla evlenmeyi haram kılmıştır. Bunların çocuklarıyla evlenmeyi ise haram kılmamıştır.
el-Ka'bî ve el-Eş'arî Meymûniyye'nin Yûsuf sûresinin Kur'an'dan olmadığını iddia ettiklerini nakletmişlerdir. Onlar sultanla savaşmayı, ona ve hükmüne rıza gösterenlere had uygulamayı vacip görmüşlerdir. Sul­tanı kabul etmeyenlerle savaşmak caiz değildir. Ancak ona destek olanlar, Haricîlerin inançlarını tenkid edenler ve sultana rehberlik edenler bunun dışındadır. Meymûnİyye'ye göre müşrik çocukları da cennettedir.
C- Hamziyye: Hamza b. Edrek adında bir şahsın taraftarlarından olu­şan bir fırkadır. Kader ve diğer bidatlerinde Meymûniyye fırkası ile aynı düşünen Hamziyye, muhaliflerin ve müşriklerin çocukları meselesinde onlardan ayrılarak bu çocukların cehennemlik olduklarını iddia etmişlerdir. Hamza, Sicistan'da ayaklanan Hüseyn b, er-Rekkâd'ın taraftarları arasında bulunuyordu. Halef el-Hârİcî kader ve liderliği haketme gibi konularda ona muhalefet etmişti. Bunun üzerine birbirlerinden beri olduk­larını İlan ettiler. Hamza, ümmetin dirliğinin sağlanması ve düşmanların tesirsiz hale getirilmesi gibi konularda başarı olmaması durumunda bir devirde iki İmamın bulunmasının caiz olduğunu söylemiştir.

D- Halefiyye; Halef el-Hâricî adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Kİrmân ve Mekrân havalisinde yaşamış Haricîlerden oluşur.

Kader konusunda HamziyyeMen farklı düşünürler. Kaderin hayır ve şer­rini Allah Teâlâ'ya isnat ederler. Bu meselede Ehl-i Sünnet ve Cemaat ile aynı inancı paylaşırlar. Şöyle derler: Hamziyye şu sözleriyle tenakuza düşmüşlerdir: Eğer Allah Teâlâ kendi takdir ettiği fiilleri yapma veya yap­mama nedeniyle kullarına azap edecek olsaydı zulmetmiş olurdu. Onlara göre müşrik çocukları amelde bulunup bulunmamalarına bakılmaksızın cehennemlik olurlar. Ancak bunun açık bir çelişki olduğunu görememiş­lerdir.

E- Etrâfiyye: Kader konusunda Hamza ile aynı görüşte olan bir fır­kadır. Ancak onlar uzakta bulunanları, akıl yoluyla gerekli olduğunu düşündüklerini uyguladıkları takdirde, şeriatin bilmedikleri hükümlerinde işledikleri kusurlardan dolayı mazur görmüşlerdir. Bu fırka da Kaderiye gibi birtakım aklî farziyetlerin varlığını iddia etmiştir. Başları Sicistan'dan Gâlib b. Şâzek'tir. Abdullah el-Sedyûrî onlara karşı çıkarak kendilerinden berî olduğunu ilan etmiştir.

Bu fırka içinde Muhammediyye olarak bilinen ve Muhammed b. Rızk'ın taraftarlarından oluşan bir fırka daha vardır. Muhammed, Hüseyn b. er-Rekkâd'ın taraftarları arasındayken bilâhare ondan berî olduğunu ilan etmiştir.

F- Şuaybiyye: Şuayb b. Muhammed adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Meymûn İle birlikte Acâride arasında bulunurken kaderle İlgili fikrinden dolayı ondan berâetini ilan etmiştir.
Şuayb şöyle demiştir: Allah Teâlâ kulların amellerinin yaratıcısıdır. Kul ise, kudret ve irâde bakımından onları kazanandır. Hayır ve şer bakımından onlardan sorumludur, ceza ve mükâfat olarak da karşılığını görecektir. Varlık âleminde hiçbir şey Allah Teâlâ'nın irâdesi olmaksızın gerçekleşmez. Şuayb imamet ve va'îd konularındaki bid'atlarmda Haricîler­le aynı görüştedir. Çocuklarla ilgili hükümleriyle savaşa katılmayanlar, dostluk ve teberrî konularında Acârİde ile aynı görüştedir.

G- Hâzimiyye: Hâzİm b. A1İ adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Kulların amellerinin Allah Teâlâ tarafından yaratılmış oldu­ğu, kudretinde dilediğinden başka bir şeyin olamayacağı gibi inançlarda Şuayb'ın görüşlerine tabidirler. Muvâfât fikrini savunmuşlardır. Allah Teâİâ, ancak işin sonunda iman bakımından kendisine gelecek olanları dost edinir. Sonları küfr olacağını bildiği kullarından ise teberrî eder. Dostlarım olan sevgisi devamlı olduğu gibi, düşmanlarına olan buğzu da devamlıdır.

Rivayete göre Ali (radiyalkhu anh) hakkında tevakkuf etmiş ve ondan beri olduklarını açıkça ifade etmemişlerdir. Başka birçok kimseden berâet-lerini ise ilan etmişlerdir.

6. Se'âlibe:
Salebe b. Amir adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Sa'lebe, çocuklar konusundaki tartışmalarına kadar Abdulkerim b. Acred İle tek yumruk gibi hareket etmişti. Ancak çocuğun velayetini iddia edin­ce Abdulkerim fırkası ondan yüz çevirdi. Ona göre, hakkı inkâr ettiği görülmedikçe ister küçük ister büyük olsun çocukların da velayeti sahihtir. Ona göre ergenlik çağına gelmemiş çocukların dost veya düşman olarak görülmelerinin herhangi bir hikmeti yoktur. Ergen olup davete muhatap oluncaya kadar asıl olan budur. Kölelerinden zengin olduklarında zekat almayı, fakir olduklarında ise onlara zekât vermeyi caiz gördü. Bu fırka, kendi içinde dört fırkaya ayrılmıştır:

A- Ahnesiyye; Ahnes b. Kays adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Ahnes, Se'âlibe firkasındandı. Ama bazı meselelerde onlar­dan ayrılarak farklı fikirler beyan etmiştir: Örneğin Kıble ehlinden olup takıyye ortamında yaşayanların tamamı hakkında tevakkuf etti; sadece iman ettiği açıkça bilinen kimseleri dost edinir, küfrü açıkça bilinen kim­selerden ise teberrî ederdi. Suikast, cinayet ve hırsızlığı haram görmüştür. Ona göre kıble ehlinden hiç kimse düşmanı dine davet etmeden savaşa başlayamaz. Eğer düşman bu daveti kabul etmezse o zaman kendisiyle çarpışılabilir. Bunun tek istisnası, sözlerinin fiillerine uymadığı açıkça bilinen kimselerdir. Ahnes, kendi fırkasınca müşrik sayılan büyük günah sahiplerine, müslüman hanımlarla evlenmeyi caiz görmüştür. Diğer mese­lelerde Hâricilerle aynı görüşleri benimsemiştir.

B- Ma'bediyye; Ma'bed b. Abdurrahman adında bir şahsın taraftar­larından oluşan bir fırkadır. Ma'bed, müslüman hanımların müşriklerle vlendirilnıesi hatasında Ahnesiyye fırkasına karşı çıktı. Ayrıca kölelerden kat alıp onlara zekat verme meselesinde de onlara karşı çıktı. Ma'bed şöyle demiştir: Bu görüşlerinden dolayı ondan teberrî ederim. Korku ve çekince halinde zekat paylarının tek bir paya çevrilmesini de caiz görmüşlerdir.

C- Ruşeydiyye: Ruşeyd et-Tûsfnin taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Bunlara Uşriyye de denilmiştir. Se'âlibe nehirler ve kanallarla sulanan ara­zilerde yirmide bir verilmesini gerekli görüyordu. Ziyad b. Abdurrahman öşrün(onda bir) tam olarak verilmesi gerektiğini ve daha önceden öşrün yarısının verilmesini savunanlardan teberrî etmenin caiz olmadığını onlara bildirdi. Bunun üzerine Ruşeyd şöyle dedi: Eğer onlardan teberrî etmek caiz değilse, o zaman biz de onlar gibi amel ederiz. Bunun üzerine bu konuda iki gruba ayrıldılar.

D- Şeybâniye; Şeybân b. Seleme adında bir şahsın taraftarlarından olu­şan bir fırkadır. Ebu Müslim el-Horasânî döneminde ayaklanmıştır. Nasr b. Seyyar karşısında ona ve Ali b. el-Kirmânî'ye destek vermiştir. Önceleri Se'âlibe taraftan olmuştur. Ebu Müslim ve Ali'ye yardım edince Haricîler ondan teberrî ettiler. Şeybân öldürülünce bir topluluk onun tövbe ettiğini söyledi. Se'âlibe ise şöyle dedi: Onun tövbesi sahih olmaz. Çünkü o, bizim­le aynı görüşte olanları katletmiş, mallarını gaspetmiştir. Bir müslümanı öldürüp malına el koyan kimsenin tövbesi kabul edilmez. Bunun şartı kendisine kısas uygulanması ve gaspettiklerini iade etmesidir.

Şeybân, cebr ve kudret-i hâdise meselelerinde Cehm b. Safvân ile fikir birliği etmiştir. Ziyâd b. Abdurrahman eş-Şeybânî, Ebu Hâlid'in şöyle dediği nakledilir: Allah Teâlâ Zâtı için ilim yaratmadıkça bilmez. Eşya O'nun İçin ancak hudûs ettikleri ve meydana geldikleri anda malûm olur. Ziyâd'ın Şeybân'dan teberrî ettiği ve söz konusu iki kişiye desteğinden dolayı da tekfir ettiği söylenmiştir. Şeybâniyye'nin çoğunluğu Gürcan, Nesâ ve Ermenistan civarında yaşamıştır. Şeybân'ı dost edinen ve tövbe ettiğini söyleyen ise Atıyye el-Cürcânî ve taraftarlarıdır.

E- Mukremiyye; Mukrem b. Abdullah el-Acelî'nin taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Mukrem, Se'âlibe arasındaydı. Birtakım meselelerde onlara muhalefet etti. Örneğin ona göre namazı terk eden kimse kâfirdir, fakat küfrü namazı terk ettiği İçin değil, Allah Teâlâ'yı bilmemesinden dolayıdır. Bu hükmü, insanın irtikâb ettiği her türlü büyük günaha da şamil kılmıştır. Çünkü Allah'ın vahdaniyetini, gizli ve açık her tür fiili­nin Allah Teâlâ tarafından bilindiğini, işlediği taat ve masiyetin O'nun tarafından karşılık göreceğini bilen kişinin masiyete kalkışması, böyle bir bilgiden gâfü olmayan Zata muhalefet etmesi ve O'nun vazettiği yükümlülüklere karşı kayıtsız kalması tasavvur edilemez. Bu yüzdendir ki Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve seilem) şöyle buyurmuştur: "Zina eden kişi, mümin olduğu halde zina edemez. Hırsız da mümin olduğu halde hırsızlık edemez." (Buharı, Mezâlim, 30; Müslim, İman, 100; İbn Mace, Fiten, 3)
Seâlibe fırkası bu konuda onlara muhalefet etmiş ve "muvâfât" îmanı görüşünü benimsemiştir. Onlara göre: Allah Teâlâ'nm kullarını dost veya düşman edinmesi, akıbetleri İtibanyladır. Yanİ öldükleri hâl üzere (muvâ-fâtu'1-mevt) olup yaşarken bulundukları hâl itibarıyla değildir. Çünkü hayat halinde iken ömrünün sonunda ne olacağı kesin değildir. Buna göre kişi, inancı üzere yaşamaya devam eder ve son nefesine kadar böyle gider­se İşte iman budur ve biz de onu dost ediniriz. Şayet böyle devam etmez­se biz de onu düşman biliriz. Allah Teâlâ hakkında da aynen böyledir; muvâfât halinde kendisi hakkında bilinene göre dostluk veya düşmanlık sözkonusudur. Bütün Seâlibe fırkası bu görüştedir.

F- Ma'lûmiyye ve Mechûliyye; Bunlar da asıl itibarıyla Hâzimiyye fırkasının taraftarlarıdır. Ma'lûmiyyc farklı olarak şöyle demiştir: Allah Tcâlâ'yı bütün isim ve sıfatlarıyla bilmeyen kimse cahildir. Ancak bütün bunları öğrenip bildikten sonra mümin olabilir. İstitâ'at da fiille beraber gündeme gelir. Fiil, kul tarafından yaratılmıştır. Bu görüşleri sebebiyle Hâzimiyye mensupları onlardan teberrî etmişlerdir.

Mechûliyye ise şöyle demiştir: Allah Teâlâ'nın isim ve sıfatlarından bir kısmını bilip bir kısmını bilmeyen kimse Allah'ı biliyor demektir. Kul­ların fiilleri Allah Teâlâ tarafından yaratılmıştır.

G- Bidhyye; Yahya b. Asdem'in taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Bu fırka mensupları şöyle bir bidat çıkartmışlardır: Şunu kesinlikle söyleyebi­liriz ki bizimle aynı inanca sahip olanlar cennetliktir. Bu hususta 'İnşâal-lah^ Allah dilerse' demeyiz. Çünkü bu, itikâdda şüphe ihtiva eder.
'İnşâallah müminim = Allah dilerse müminim' diyen kimse kuşku­dadır. Bizim cennetlik olmamız noktasında hiçbir kuşku yoktur.

7- İbâdiyye:
Abdullah b. İbâd'ın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Abdullah, Mervan b. Muhammed döneminde hurûc etmiştir. Böylece onun üstüne Abdullah b. Muhammed b. Atıyye komutasında bir ordu gönderilmiş ve Tihâme'de San'a yolu üzerinde bulunan Tebbâle beldesinde savaş cere­yan etmiştir. Rivayete göre Abdullah b. Yahya el-İbâdî hayatının her safhasında Abdullah b. İbâd'la birlikte olmuş, fikirlerini aynen benimse­miştir. Onlara göre Kıble ehlinden kendilerine karşı çıkanlar müşrik değil kâfir olarak görülür. Onlarla evlenilebilir, mirasçı olunabilir. Savaş halinde mallarını ganimet almak helal, savaş dışında ise haramdır.

Müslümanlardan kendilerine muhalif olanların yurdunu Dâru'l-İslâm olarak görürler. Ama sultanın karargâhını Dâru'1-bağy olarak görürler. Kendilerinden farklı düşünenlerin, kendileriyle aynı düşünenler hakkında­ki şahitliklerini caiz görürler. Büyük günah sahiplerini tevhîd ehli olarak görür, ancak 'mümin' demezler.

Yİne onlara göre istitâ'at, bir tür araz olup fiilden Önce gelir. Fiil onunla husule gelir. Kulun fiili, ihdas ve ibda olarak Allah Teâlâ tarafın­dan yaratılmıştır. Kullar tarafından ise mecaz olarak değil hakikî mânada kesbedilmİştir. İmamlarına Emîru'l-müminîn demedikleri gibi kendilerini de muhacir olarak adlandırmazlar. Onlara göre teklîf ehli fena bulduğun­da âlemin tamamı da fena bulur. Şu husus üzerinde de ittifak etmişlerdir: Büyük günah sahibi, nimeti inkâr etme anlamında kâfir olup dini inkâr konusunda kâfir değildir. İbâdîler, müşrik çocuklarının tekfiri mesele­sinde fikir belirtmeyip intikam üzere azap edilmelerini ve Allah'ın lütfü gereği cennete girmelerini de caiz görmüşlerdir. el-Ka'bî onlardan, Ebu'l-HuzeyPin dediği gibi Allah Tcâlâ'nın rızasının murad edilmediği tâatlerİn olabileceği fikrini de nakletmiştir.

ibâdîler nifakın şirk olup olmaması konusunda tereddüt etmiş ve ŞÖyle demişlerdir: Allah Resûlü'nün (saJlallâhu aleyhi ve seilem) devrinde yaşa­yan münafıklar tevhîd ehliydiler. Ancak büyük günah işlemişlerdi. Onların küfrü şirk nedeniyle değil büyük günah sebebiyledir. Yine onlara göre Allah Teâlâ'nın buyurduğu her emir husûsî değil umûmîdir. Allah Teâlâ'nın emirleri mü'min, kâfir herkese yöneliktir. Kur'an'da tahsis yok­tur. İbâdîlere göre Allah Teâlâ'nın yarattığı herşey O'nun vahdaniyetine delâlet eder. Böyle de olmak durumundadır. Onlardan bîr topluluk şöyle demiştir: Allah Teâlâ delilsiz bir peygamber yaratıp ona vahyettikleriyle kullarını mükellef kılabilir. Mucize göstermesi şart değildir. Bu, bir delil yaratıp mucize izhâr edinceye kadar Allah Tcâlâ üzerine vacip olmaz. İbâdİyye de Se'âlibe ve Acâride gibi kendi içinde gruplara ayrılmıştır.

A- Hafsiyye: Hafs b. Ebi'l-Mikdam adında bir şalısın taraftarlarından oluşmuştur. Ona göre iman ile küfür arasındaki kıstas Marifetullah'tır, Allah Teâlâ'yı bildikten sonra peygamber, kitap, kıyamet, cennet veya cehennem gibi bir hususu İnkâr eden ya da zina, hırsızlık ve şarap içme gîbİ büyük günahlardan birini işleyen kimse kâfir olmalda birlikte şirkten beridir.

B- Hârisiyye: Haris el-İbâdî adında bir şahsın taraftarlarından oluşmuş bir fırkadır. İbâdiyye fırkasına, kader konusunda Mu'tezile mezhebinin fikrini benimsemesiyle ters düşmüştür. Kulların fiillerinin Allah Teâlâ tarafından yaratılmış olması ve İstitâ'atın fiilden Önce olması noktasında da onlara muhalefet etmiştir.

C- Tezîdiyye: Yezîd b. Üneyse adında bir şahsın taraftarlarından oluşmuş fırkadır. Ezârika'dan önceki ilk Muhakkime'nin dost edinilmesi gerektiğini söylemiş, bunlardan sonra gelenler arasında ibâdiyye dışındaki -lerden teberrî etmiştir. Ona göre Allah Teâlâ, Arap olmayanlardan bir pey­gamber ve yanında bir kitap gönderecektir. O kitap gökyüzünde yazılmış olup o peygambere bir defada indirilecektir. Bu, yeni peygamber Allah Resûlü'nün (salkUâhu aleyhi ve sellem) şeriatını terk ederek Kur'ân-i Kerîm'de de zikredilen Sâbiîlerin dininden olacaktır. Bu Sâbiîler, Harran ve Vâsıt'ta bulunan Sâbiîler değildir.
Yezîd, Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) rîsâletine şahitlik eden Ehl-i Kitabı -İslama girmeseler de- dost edinme görüşündedir. Kendi görü­şünde olsun olmasın, had cezası uygulanmış kimselerin müşrik ve kâfir olduklarını söylemiştir. Ona göre büyük, küçük her tür günah şirktir.

8- Sufrîyye-i Ziyâdiyye:
Ziyâd b. el-Asfar adında bir şahsın taraftarlarından oluşan bir fırkadır. Ezârika, Necedât ve İbâdiyye'ye aşağıdaki meselelerde muhale­fet etmişlerdir: Birinci mesele, Sufriyye'ye göre kendileriyle aynı inançta olup savaşa katılmayanlar tekfir edilmez. İkinci mesele, onlara göre recm cezası vardır. Üçüncü mesele, kâfir çocuklarının kati ve tekfir edilmemesi ve ebedî cehenneme mahkûm edilmemesidir. Dördüncü mesele, takiyye-vi sözde caiz görürken fiilde caiz görmemeleridir. Bu fırka mensuplarına göre, haddi gerektiren günahları işleyen kimseler, o haddin gerektirdiği isimle anılır, kendilerine daha ağır bir ad verilmez. Örneğin zina edene zânİ, hırsızlık edene hırsız denip kâfir veya müşrik denilmez.
Ama had cezasına konu olmayan büyük günah sahipleri, örneğin namazı terkeden, savaştan kaçan vs. kişiler, terkettiğİ şeyin yüceliği sebe­biyle tekfir edilir. Bu fırkadan olan ed-Dahhâk'dan şu görüş nakledilmiştir: Müslümanlığın gizli tutulması gereken ve bu hususta korku duyulan mem­lekette müslüman kadınların, kendi kavimlerinin kâfirleriyle evlenmesi caiz olup müslümanlığm açıkça yaşandığı yerlerde bu caiz değildir. Ziyâd b. el-Asfar'a göre takiyye halinde bütün zekat payları tek bir pay olarak görüle­bilir. Yine onun şöyle dediği nakledilir: "Bizler kendimize göre müminiz. Allah katında imandan çıkmış olup olmadığımızı bilemeyiz." Ziyâd ayrıca şöyle demiştir: "Şirk İki kısma ayrılır: Ilkİ şeytana itaati içeren şirktir. İkin­cisi ise puta tapmayı içeren şirktir. Küfür de iki türlüdür: İlki nimetlere küfrânda bulunma (: nankörlük), ikincisi ise rubûbİyeti inkâr etme şeklinde­dir. Berâet de iki türlüdür: Had cezasına maruz kalanlardan teberrî etmek sünnet, münkirlerden (inkarcılar) teberrî etmek de farzdır.

Haricîlerle ilgili bölümü önemli sîmaları zikrederek bitirmek istiyoruz:
İlk Haricîler (mütekaddimûn): İkrime, Ebu Harun el-Abedî, Ebu'ş-Şa'sâ, İsmail b. Semf.
Sonraki Haricîler (müteahhirûn): el-Yemân b. Rabâb önce Sa'lebî idi sonra Beyhesiyye fırkasına girdi, Abdullah b. Yezîd, Muhammed b. Harb, Yahya b. Kâmil İse İbâdiye grubundandır.
Haricî şairlere örnek olarak da şu isimleri zikredebiliriz: İmrân b. Hattan, ed-Dalıhâk b. Kays'ın da arkadaşı olan Habîb b. Murre, Cehm b. Safvân, Ebu Mervân Gaylân b. Müslim, Muhammed b. İsa Bergûs, Ebu'l-Hüseyn Kulsûm b. Habîb el-Muhellebî, Ebu Bekir Muhammed b. Abdullah b. Şebîb el-Basrî, Ali b. Harmele, Salih b. Kubbe b. Subeyh b. Amr, Muveys b. İmrân el-Basrî, Ebu Abdullah b. Mesleme, Ebu Abdur-rahman b. Mesleme, el-Fadl b. İsa er-Rekkâşî, Ebu Zekeriyyâ Yahya b. Esfah, Ebu'l-Hüseyn Muhammed b. Müslim es-Sâlihî, Ebu Muham­med Abdullah b. Muhammed b. Hasan el-Hâlidî, Muhammed b. Sada­ka, Ebu'l-Hüseyn Ali b. Zeyd el-İbâdî, Ebu Abdullah Muhammed b. Kerrâm, Kulsûm b. Habîb el-Murâdî el-Basrî.

Haricîler arasında bir topluluk daha vardır ki toplumdan uzaklaşmış ve yaptığı savaşlarda ne Ali'nin (radıyaMahu anh), ne de düşmanlarının yanında yeralmışlardır. Bunlar şöyle demişlerdir: "Sahabe hakkında fitne­ye bulaşmayız." Nitekim Abdullah b. Ömer, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Muham­med b. Mesleme el-Ensârî ve Üsâme b. Zeyd b. Harise el-Kelbî hakkında fikir belirtmemişlerdir.
Kays b. Ebî Hâzim şöyle demiştir: "Sıffîn savaşında verdiği emre kadar bütün hal ve harplerinde Ali'nin (radıyalhhuanh) yanında yeralmiştım. Ama o gün, 'Kalan grupların üstüne yürüyün! Sizler (Allah ve Resulü doğru söyler) derken (Allah ve Resulü yalan söyledi) diyenlerin üstüne yürüyün!' emrini verince cemaat hakkındaki gerçek niyetini anladım. O gün kendisini terkettim."


KAYNAK:eş-Şehristani
el-Milel ne'n-Nihal
 
  Bugün 52 ziyaretçi (162 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol